top of page

KADINLAR KAPİTALİZM İLE KAVGALIDIR

Ayça Işıl Çağal

Avrupa parlamentoları “kadınların yükselişi”ne sahne oluyor. Yıllarca bu cephede türünün tek örneği olarak konumunu koruyan Merkel’den sonra, Avrupa’da iktidar sahibi olan ya da buna oynayan sağ partilerin yöneticilik koltuklarında eğitimli, diplomatik yönleri kuvvetli kadınlar oturmaya başladı. AfD’nin eş başkanı Alice Weidel ve onun selefi Frauke Petry, başbakan seçildikten sonra gözünü okul çocuklarının öğle yemeklerine dikmesiyle gündeme gelen May, popülizmi Macron karşısında galibiyet getirmeye yetmemiş olsa da Ulusal Cephe’nin tarihindeki en yüksek oyu almasını sağlayan Marine Le Pen, milliyetçilikte teyzesiyle yarışacak kadar hırslı fakat yenilgiye tahammülsüz yeğen Marion Le Pen, Polonya’nın yakın zamanda istifa eden muhafazakar başbakanı Beata Syzdlo, solun bıraktığı boşlukta iktidarını bir dört yıl daha tazeleyen Norveç’li başbakan Erna Solberg… Ve en tepedeki bu isimler marjinal örnekler sayılmaz. Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağ partilerin yönetici kadrolarında kadınlar öne çıkmaya başladı. Görünüşte iyi giyimli, ağzı iyi laf yapan, başarılı ya da en azından “iddialı” kadınlar…  Avrupa sağının merkezindeki ya da uçlarındaki partiler politikacıları üzerinden cinsiyet eşitliği makyajı yapmaya çalışsa da, icraatleri bunun tam tersini hedeflediklerini ele veriyor. 

 

Vitrinlerinde kadınların olması bu partilerin patronların çıkarlarına hizmet eden gerici partiler oldukları gerçeğini örtmeye yetmiyor. Vitrinin gerisinde hiçbiri, emekçi kadınların uzun yıllar mücadele vererek elde ettikleri kazanımları geri almak konusundaki heveslerini, annelik ödeneklerini kaldırmak, izinlerini kısaltmak istediklerini, kürtaj karşıtı olduklarını gizlemiyorlar. İki yıl bir kadın başbakan tarafından yönetilen Polonya, başbakanın tamamen arkasında olduğunu söylediği kürtaj yasağı tasarısına karşı sokağa dökülen kadınların kitlesel mücadelelerine sahne oldu. Aynı dönemde şiddet görmüş kadınların başvurabildiği kadın hakları merkezlerine “sadece kadınlara hizmet ettiği” gerekçesiyle bütçe ayrılmamaya başlandı. 

 

“Rol Modelim Thatcher”

 

Almanya’nın hükümeti kurulamayan meclisinde yüze yakın koltukla üçüncü büyük parti olarak temsil edilen faşist parti AfD’nin yeni eş başkanı Alice Weidel, partisinin Almanya’da kalmış “tek gerçek Hristiyan” parti olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Eğitimsiz mültecileri ülkesi için bir yük görüp, kendi evinin yükünü onlardan birine, hem de kaçak yoldan taşıtıyor olmak onun için sorun değil. Neden olsun? Bu sağcı “eş başkan” kendisine rol model olarak tarihe işçi düşmanlığının simge ismi olarak geçen Thatcher’ı gördüğünü söylüyor. Petry’nin de AfD’yi küçük bir gruptan öfkeli Alman’ların partisi olmaya taşırken söylemi bundan farklı değildi. İki aylık bebeğiyle gülümseyerek seçim kampanyası pozları veren Petry “Alman toplumunun ve ulusunun yok olmasına izin veremez”di, ve bunun için gerekirse sınırdan izinsiz geçmeye çalışan mülteciler vurulabilirdi.

 

Elleri belinde bir kadın bakan

 

Bir başka kadın, üç yılını doldurduğu iktidarda pulları bir bir dökülen, özelleştirmedik işletme bırakmayan “radikal sol” parti Syriza’nın Çalışma Bakanı Efi Achtsioglou. Hükümet işçilerin grev haklarını ellerinden alan, aile yardımlarının önünü kesen yeni düzenlemeyi geçirme planları yaparken karşısında bulduğu komünist işçilere “Hayır” diyordu gözlerini devirip kollarını açarak, “tasarıyı geri çekmeyeceğim!”. Kemer sıktırmanın genç kadın bakan eliyle olanı da böyle.

 

“Tavizsiz, sert, kavgacı” duruşlarıyla ön plana çıkan sağın kadın yüzleri, partilerinin kadınlar için çekici olmasına bir ölçüde hizmet ediyor. Zira Avrupa’da son yıllarda genç kadınlar arasında da aşırı sağ, ırkçı, faşist ideolojilerin yaygınlaştığı dikkat çekiyor. Sınıfsal olarak asla eşdeğeri olamayacakları bu kadınları kendisi için bir özdeşim figürü olarak gören ne yazık ki çok sayıda sağcı kadın, sosyal yönden aktif davranarak okulları, kreşleri, yardım kuruluşlarını boş bırakmıyor. Daha ucuza sömürüldükleri için patronlar tarafından daha çok tercih edilen göçmen işçilere karşı işsiz annelerin rekabet duygularını körüklemekten, çocuklarının zihinlerinin yabancılar tarafından zehirlendiğini propaganda etmekten geri durmuyorlar. Gerektiğinde ılımlı görünmek için şefkatli bir anne, gerektiğinde önünün açılmasına ihtiyaç duyan masum genç siyasetçi rolünü oynayabiliyorlar. Faşizmin bilindik yöntemi günümüzde kadınları kendine bu şekilde dahil ediyor.

 

Bu kadınlar kimi temsil ediyor?

 

Seçme ve seçilme hakkı çoğu ülkede emekçi kadınların verdiği kararlı politik mücadelenin bir kazanımı idi. Peki bu kadınlar, partileri ve artan kadın seçmenleri… Fotoğrafta kadınların daha çok yer buluyor olmasına özgürleşme ve eşitlik adına sevinilmeli mi? Avrupa parlamentolarında geçmişe göre daha çok sayıda kadının bulunuyor olması, doğrudan kadınlar için bir ilerlemeye denk düşmüyor. Tam tersi, gerici ideolojilerin taşıyıcılığını daha fazla kadının yapması anlamına geliyor. Düzenin kadın yöneticileri, vekilleri, bakanları, çoğunlukla emekçilerin, ve daha çok da hemcinsleri emekçilerin hayatlarını daha zor koşullarda sürdürmelerine yol açacak düzenlemelerin sözcülüğünü yapıyor. Bir başarıları varsa bu da ait oldukları kapitalist sınıfı temsil etmelerinde, ikiyüzlülüklerini gülücükleri ve döpiyesleriyle gizleme hünerlerinde. Ve onların sınıfına karşı ideolojik mücadeleyi sürdürmedikçe, sağı kadınlarıyla birlikte karşımıza almadıkça, kadınların önü açılacak gibi görünmüyor. Yaklaşan 8 Mart’ı aklımızda bununla karşılamak gerekiyor.

bottom of page