top of page

24 Eylül seçimleri ve sonrası

Seçim bacayı sardı!

Tevfik Taş

24 Eylül seçimlerinin Alman siyasetinde yarattığı kriz atmosferinin dağılacağına dair somut bir veri henüz orta yerde görünmüyor. Seçimlerden üç aya yakın süre geçti ama Federal devlet halen bir hükümetten yoksun. Geleneksel düzen partileri ile verili düzen lehine düzeni değiştirmeye aday yeni parti arasındaki gerilim, 24 Eylül seçimleri sonrası ortaya çıkan siyasi tablonun ana eksenini oluşturuyor.

 

Almanya İçin Seçenek (AfD) adındaki çiçeği burnundaki faşist parti, kısa süre içinde kitleselleşerek ülkenin üçüncü partisi konumuna yerleşmeyi başardı.

 

Hiç kuşku yok ki, 24 Eylül seçimlerinin galibi AfD'dir. Kaybedenleri ise, bir bütün olarak yerleşik düzen partileri oldu.

 

Ülkenin en köklü partisi sosyal demokrat SPD, tarihinin en ağır yenilgisini alarak, yüzde 20'i bandına çekildi.

 

Yerleşik düzenin sağ bacağını oluşturan Hristiyan Birlik Partileri CDU ve CSU da İkinci Dünya Savaşı sonrasının en büyük oy erimesine maruz kaldı. 2013 seçimlerinde yüzde 41,5 oy oranına sahip olan Hristiyan Birlik Partileri, 2017 seçimlerinde 32,9'a gerilediler.

 

Nazizmden beri seçim ve sandıkla sorunu olan Alman siyasetinde, marjinal olduğu iddia edilen faşist hareket güçlenerek bir kez daha seçim ve sandık üzerinden kendisini tahkim etme olanağı buldu. Alman faşist hareketinin çekirdek partisi Almanya Nasyonal Demokrat Partisi (NPD), yüzde 5'lik barajın çok gerisinde iken, faşist hareketin yeni kitle partisi AfD, yüzde 12,6'lık oran ile Federal Meclise 94 milletvekili taşımayı başardığı gibi, 'muhalefet tekeli'ni de eline geşirmiş oldu.

 

''İKTİDAR YIPRATIR'' REPLİĞİ

 

''İktidar yıpratır'' repliğini dile dolayanlar, iktidarın niçin yıparttığını izah etmekye yüksünüyorlar.

 

Sahi, iktidar niçin yıpratır?

 

Burjuva siyasetinde iktidar, emekçi sınıfların sistematik biçimde ve olabilen en azami düzeyde sönmürülmesinin yönetilmesinden ibarettir. Düzen partilerinin sınıfları değil, bir bütün olarak burjuvazinin partileri vardır. Ayrı renkte bayraklarının olması, ayrı seçim kampanyaları örgütlemeleri, ayrı programlara sahipmiş gibi görünmeleri, bir bütün olarak düzenin yedek unsurlar ile güvenceye alınması gereksiniminin ürünüdür.

 

Yıpratan ''iktidar'' olmadığı gibi, yıpranan da sömürücü sınıf değildir. İktisadi olarak üretim aracına sahip olamayan tüm toplum kesimleri, ''yıpranan'' kategorisi kapsamında yer alır.

 

Almanya örneğinine geri dönersek, SPD'nin tarihsel yenilgisinde esas olan, bir düzen partisi olarak SPD adındaki parti değil, SPD'ye umut bağlamış milyonlarca emekçidir, halktır.

 

SPD'nin yedeği var; keza SPD'nin kendisi bizatihi yedek olandır. Peki, SPD'ye oy veren, umut bağlayan emekçilerin yedeği var mı? Hayır, yok! Çünkü onlar bu düzenin çarkını çevirmekle yükümlü olan asıl öznedir. Bu bağlamda da, yedeksizdirler.

 

Pek çok düzen enstrümanı gibi seçim-sandık oyunu da içi boşaltılmış bir tarihsel kazanımı temsil eder. Burjuva siyasetinde düzenin konsolide olması aracına dönüşen seçim-sandık oyunu, emekçi sınıfların genel ve eşit oy hakkı mücadelesinin tarihsel bir kazanımı olarak elbette değersiz değildir. Genel ve eşit oy hakkı, uzun ve bedeli ağır mücadelelerin sonucunda kazanılmış bir tarihsel haktır. Emekçi sınıfların, içinin boşaltılmasına ve bağlamının değiştirilmesine bakarak bu haktan milim vazgeçmesi  beklenmemelidir.

 

SİYASİ KRİZİN SEBEBİ ''POLİTİKACILAR'' MI?

 

Ancak siyasi partilerin birbiriyle rekabet eden ticari şirketlere, siyasetçilerin de 'politikacı' denilen ayrı bir 'meslek' erbabına dönüştüğü emperyalizm çağında, düzenin yönetme krizinin sorumlusu olarak bu 'meslek'ten olanların öne çıkartılarak, meselenin özünün saptırılmak istendiğine de dikkat çekilmelidir.

 

Siyasi krizin sebebi, ''politikacılar'' mıdır?

 

Politikacı diye bir meslek türü olmadığı gibi, düzenin yönetme krizinin sorumlusu da bu olmayan meslek grubu değildir. Onlar yanlızca para babalarının kapı kuludurlar. İnsanın insan tarafından sömürüldüğü kapitalist düzeni sorgulamadan, faturayı politikacılar adı verilen insan grubuna çıkartmak, olsa olsa düzenin meşrulaştırılmasını savunma gayretidir. Siyasetçinin çıkarı, hizmet ettiği sınıfın çıkarından ibaretttir.

 

MERKEZ-MARJİNAL ÇATIŞMASI MI,

DÜZENİN BİR BÜTÜN OLARAK YÖNETİLME KRİZİ Mİ?

 

24 Eylül seçimlerinin stabil Alman siyasetinin ezberini bozan bir çıktısı oldu. Bu tesbit, en azından İkinci Dünya Savaşı sonrası için geçerli bir belirlemedir.

 

İki buçuk partili Alman düzen siyaseti (geleneksel Hristiyan sağ, sosyal demokratlar ve sarılı yeşilli liberaller), uzun bir süredir sahip olduğu istikrar ortamından yoksun. 24 Eylül 2017, yerleşik siyaset kalıplarının bunalıma girerek, 'geri' ülkelerde olduğu varsayılan yönetme krizinin Alman siyasetine de sirayet etmesinin miladı oldu.

 

Yer yer başbakanı değişse de, düzenin ana parametrelerinin değişmediği koalisyonlu günler geride kaldı. Düzenin iktidarı, düzenin muhalefeti tarafından topa tutuluyor. Daha az liberalizm, daha çok faşizm talep ediliyor.

 

Yapboz tahtasına dönen koalisyon görüşmelerinde, Jamaika koalisyonu, büyük koalisyon, işbirliği koalisyonu, azınlık hükümeti ve seçimlerin yenilenmesi seçenekleri test ediliyor. Test ediliyor ve hızla tüketiliyor. Emperyalist Almanya'nın düzen içi mekanizmalarının sigortası olarak  görevlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı makamı da dahil olmak üzere pek çok mekanizma devreye girmiş durumda.

 

Amaç, 'aşırı'ları merkez diye tanımlanan alandan uzak tutmak. İç siyasetin hızla istikrara kavuşturularak, Alman emperyalizminin Avrupa'da işgal ettiği konumu koruyabilmek. Bundan dolayıdır ki, 24 Eylül seçimi iktidarın değil, muhalefetin kim olacağına karar verilen bir seçim oldu.

 

SEÇİM ÖNCESİNDE EN ÇOK ''BAĞIŞ'' ALAN İKİ PARTİ: FDP VE AfD

Alman siyasetinde liberal eğilimin devamını savunanlarla faşizan bir çizginin egemenliğinde ısrar edenler arasında bir yarılmanın giderek görünür olmaya başladığı görüşü doğrudur. Ancak bu yaklaşım, sermayenin her iki eğilimin dizginlerini de elinde tuttuğu gerçeğinin üzerini örtme gerekçesi yapılamaz. Düzenin geleneksel partileri de, AfD adındaki faşist kitle partisi de sermayenin hizmetindedir. Emek sömürüsü konusunda hemfikirdirler; Almanya'nın emperyalist politikaları konusunda aralarında ancak nüans farkı var. Birinci grup daha dolaylı yöntemler konusunda ısrarlı iken, ikinciler daha doğrudan müdahalelerden yanadırlar. Her iki eğilim de, sermayenin yakın ve uzak çıkarlarında rol almak için çaba harcamaktadır.

Çarpıcı bir örnektir: 24 Eylül seçimleri öncesinde iki parti özellikle yüksek ''bağış'' aldı. 2013 seçimlerinde yüzde 5'lik barajı aşamayıp, Federal Meclis dışında kalan liberal Hür Demokrat Parti (FDP), açık arayla en fazla bağış alan parti oldu. FDP'nin sözüm ona  ''en karşı uçtaki rakibi'' AfD ise en fazla ''anonim'' bağış alan parti oldu. Oysa AfD ''küçük insanların partisiyiz'' diye demogoji yapmaktan geri kalmıyordu.

Sermaye, iki elden iki has evladını beslemeyi ihmal etmedi. Bölgede ve dünyada ortaya çıkabilecek olası durumda konumlandırıp, işlevlendirebilmek için...

Bu bağlamda, merkez-marjinal ayrımının anlamsızlığı ortadadır.

 

SOSYAL DEMOKRASİYİ ALMANYA'DA KİM TEMSİL EDİYOR?

Sosyal demokrasi, kendisinden daha sağın yükselişinde çöker. Solun yükselişinde yükselir. Bu, İkinci Enternasyonel'den beri sınıf siyasetinin temel kurallarından biri haline gelmiştir.

Sovyetler Birliği çözülmeden önce sosyal demokrasi Avrupa'da oldukça güçlüydü. Ne zaman reel sosyalizm çözüldü, sosyal demokrasi de dibe vurdu. Sosyal demokrasi, faşizme karşı mahir değildir, hiç de olmamıştır. Ama komünizme karşı tam bir düzen bekçisi olagelmiştir.

Sosyal demokrasinin Almanya'daki amiral gemisi SPD'nin içine düştüğü durum, sözü geçen çerçeveye cuk diye oturmaktadır.

SPD'nin açıktan sermaye saflarına geçmesine paralel Sol Parti de kendisini emekçilerin umudu olarak pazarlayarak sahne aldı. Mevcut işleviyle, yeni sosyal demokrasiyi temsil etmektedir.

 

SOL PARTİ: ALMANYA'NIN SYRİZASI

Almanya'nın Syrizası olarak Sol Parti,  nerede koalisyon ortağı olduysa, orada piyasaya tabî işler yaptı. Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne ve onun kazanımlarına sahip çıkmadı, dinle uzlaştı, emperyalist Alman devletine emperyalist diyemedi...

NATO karşıtlığında AfD'nin gerisine düştüler. Avrupa Birliği'ne emperyalist bir oluşum olarak bakamadıkları için, AfD'nin korporatist söylemi karşısında kolları kanatları kırıldı…

Sol Parti, adı sol, çizgisi düzen ufku ile sınırlı bir parti olarak ana muhalefet iddiasını da yerine getiremeyecektir. Bu konuda da AfD'nin eline su dökemeyecektir. Şimdiye kadarki icraatları bu acı gerçekten daha başka bir şey göstermemektedir.

 

TÜRKİYELİ EMEKÇİLER AKP'NİN UĞURSUZ POLİTİKALARINA DA, ALMAN SİYASETİNİN VELİNİMET TALEPLERİNE DE

BOYUN EĞMEZ

Almanya'da yaşayan milyonlarca  göçmenin içinde Türkiyeli emekçiler 50 yılı aşkın tarihleri ve iki milyonu aşkın kitlesi ile etkin bir konuma sahiptirler. Türkiye kökenli emekçilerin AKP tarafından piyon olarak kullanılmak istendiği açıktır. Aynı şekilde, kapitalist Alman devletinin bu kitleden kendisine velinimet gibi bakmasını istediği de bilinen bir gerçektir. Göçmen olduğu için 50 yıldır Almanya'da yaşayıp da bir kez olsun oy kullanma hakkına dahi sahip olamayan yüzbinlerce insan mevcuttur. Demokrasi kavramı, antik Yunan'dan sonra bir kez daha mülkiyet rejimi ile doğrudan ilintili bir kavram olduğunu Almanya örneğinde göstermiştir.

 

AKP gericiliğinin Türkiye kökenli göçmenleri siyasi baskı aracı olarak kullanma çabaları da, emek sömürüsünü herşeyin üstünde sayan kapitalist Almanya düzeninin sadakat talebi de reddedilmelidir. Eşitlik olmadan gerçek anlamda kardeşliğin asla olmayacağı Almanya örneğinde bir kez daha kanıtlanmıştır. Emekçilerin payına, etnik ve dini kökenlerine göre muamalede kaçıncı sırada olacakları gösterilmek istenmektedir. Çare, hangi etnik ve dini kökenden olursa olsun, emekçilerin birlik ve dayanışmasındadır.

 

ALMANYA'DA YAŞAYAN BÜTÜN EMEKÇİLERİNİN ASIL SEÇİMİ

Düzen cephesinde bacayı saran seçim ateşi, 2018 başlarınında kısmen ve geçici olarak söndürülecek olsa dahi, Pandora'nun kutusu açılmıştır artık. Almanya için bile açılmıştır. Demokrasi adına türetilen danışıklı dövüşlerin sonuna gelinmiş, ''ya sosyalizm ya barbarlık'' ikilemi sahte saflaşmalara son vermiştir.

Almanya'da yaşayan bütün  emekçilere Kasım Devrimi'nin 100. yıldönümünde yarım kalan devrimlerini tamamlamak için sosyalizm mevzisinden başka bir seçenek kalmamıştır.

 

Aslolan seçim de bu değil de nedir ki!

bottom of page