Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Yo Soy Fidel!
Barış Erdem Gürkan
Doksan yıllık dolu dolu mücadeleyle geçen bir yaşam ve yalnızca sosyalizm mücadelesinin iki yüzyılı aşkın mirasına değil, insanlık tarihine de bir daha asla silinmeyecek derin bir iz bırakmak... Fidel Castro’yu ve mücadelesini ciltler dolusu kitaplara bile sığdırmak zorken, 2016 yılında aramızdan ayrılmasının ardından onu cümlelere sığdırmak çok daha zor. Zaten amacımız bir anma yazısından öte, Küba’yı ve Fidel’i anlamak üzerine birkaç noktaya işaret etmekten ibaret.
Bu açıdan belki de onu en iyi anlayan ve anlatan Küba halkının, Commandante’yi uğurlarken dudaklarından dökülen “Yo soy Fidel” (Ben Fidel’im) sloganını bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Bu slogan, Küba devriminin lideri olarak Fidel Castro’ya 'duyulan bağlılığın ötesinde Küba’da sosyalizme duyulan bağlılığı en yalın biçimde ifade ediyor. Küba halkı halen yaşadıkları ekonomik ve siyasi ablukaya rağmen toplumsal olarak elde ettikleri kazanımların ve ilerlemenin sosyalizm sayesinde gerçekleştiğini çok iyi biliyor. Tüm engellemelere karşın eğitimden sağlığa, bilimden sanata yaşamın her alanda katedilen ilerlemelerin, emperyalizme karşı bağımsızlık ve kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinde zaferle elde edildiğini biliyor Kübalılar. Tam da bu yüzden, Küba halkı Fidel’e sahip çıktığı kadar sosyalizme de sahip çıkıyor. Geçmişten öğreniyor Küba. Tıpkı Fidel gibi ve bu güçle geleceğini kendi elleriyle kuruyor özgür Küba halkı.
18 Kasım 1971 tarihinde Şili’deki Concepción Üniversitesi öğrencileri ile yaptığı söyleşide bu öğrenme sürecini şöyle anlatıyor: “Sonra bir gün Komünist Manifesto’nun, o meşhur Komünist Manifesto’nun bir kopyası elime geçti ve hiç unutmayacağım şeyler okudum. Ne ifadeler, ne gerçekler! Bu gerçekleri her gün görüyorduk! Anlamadığı bir ormanda doğmuş küçük bir hayvancık gibi hissettim kendimi. Sonra birden bu hayvancık ormanın haritasını buluyor, açıklamasını, ormanın coğrafyasını ve içindeki her şeyi…. İşte o zaman duruşumu belirledim. Şimdi dönün bakın, Marx’ın düşünceleri yalnızca doğru ve ilham verici değildir. Mücadelemizi o düşünceler üzerine kurmasaydık, şimdi burada olmazdık! Burada olmazdık!” (Kaynak: http://haber.sol.org.tr/sol-ceviri/fidel-castro-nasil-komunist-oldum-177877)
Tarih onu akladı
Vasiyeti gereği hiçbir yere heykeli dikilmedi. Ve ölümünün ardından Küba Ulusal Meclisi’nin ilk icraatı bu vasiyetin gereğini yasal güvence altına almak oldu. Birçokları için bu, Fidel’de somutlanan devrimci ahlâk ve alçakgönüllülüğün somut bir ifadesiydi. Küba’nın kendisinden sonra ve hatta başkanlık görevini devralan Raul Castro’dan sonra bile sosyalizme olan bağlılığını sürdüreceğini Fidel çok iyi biliyordu.
6 Ekim 1953’te, Moncada Kışlası baskınının ardından yakalanıp yargılandığı davada yaptığı olağanüstü savunmada “Sizler beni mahkûm edebilirsiniz, umurumda değil. Çünkü, beni, tarih aklayacaktır.” demişti. Yaşanan tüm zorluklar, hatta reel sosyalizmin çözülüşünün yarattığı ağır tahribat ve ardından gelen kapitalist barbarlık dönemi bile Fidel’e ve bıraktığı mirasa gölge düşüremedi. Tarih Fidel’i haklı çıkardı.
En büyük mirası sosyalist Küba’ydı. Ve hiç şüphesiz sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya inancına duyduğu sarsılmaz güven. Küba sosyalizmde ısrarını büyük bir kararlılıkla sürdürüyor. Ve sosyalizm mücadelesini sürdüren tüm dünya halkları bu mirastan güç alarak yoluna devam ediyor. Çünkü biz Fidel’iz...
Fidel ve Biyotekneloji
“Küba’nın ülke ekonomisi ve halk sağlığı için attığı en önemli adımlardan biri biyoteknoloji sektörüne yatırım yapmaktı. Küba’nın bu alandaki başarıları kendisi ölçeğinde bir ülke açısından gösterilmiş büyük bir cüretin ve özgüvenin sonucuydu. Fikir babası ve en ateşli taraftarı Başkumandan Fidel Castro’ydu. Devrimin ilk yıllarında Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin kuruluşuna öncülük etmişti. 1980’lerin başında “Biyolojik Cephe”yi kurarak Küba biyoteknolojisine emekleme adımlarını attıran da Fidel’den başkası değildi. Kansere karşı etkili bir ajan olan interferonun Kübalı bilim insanlarınca küçük bir laboratuvarda üretilmesini gün gün takip etti. Bu gelişmeleri Küba biyoteknolojisini bütün dünyanın gıpta ile baktığı düzeye taşıyan adımlar izledi. 1982’de Biyolojik Araştırma Merkezi, 1986’da Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi kuruldu. Küba’nın biyoteknoloji yatırımları özel dönemde de hız kesmedi. Bu yatırımlardan verilmeyen ödün Küba’nın zor zamanlarda çok önemli bir gelir kaynağı yaratmasını sağlamakla kalmadı. Bugün BioCubaFarma 32 kuruluşu, 78 üretim tesisi ve 22 bin çalışanı ile dev bir organizma. Kanserin de içinde olduğu pek çok sağlık sorununa çözümler üretmeye devam ediyor.”
Kaynak: Boyun Eğme, Sayı:101