Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Nato ve AB “karşıtlığı” söylemi
AfD, düzeni sağdan eleştiriyor. Sağın seçeneğinin sağ olarak şekillendiği emperyalist ülkelerde, seçenek olarak pazarlanan şey, faşizmden başka bir şey değildir. Ulusalcılığın emperyalist ülkelerdeki eşdeğeri faşizmden başka bir şey olamaz. Bundan dolayıdır ki, sözde AB karşıtlığının ya da NATO’yla araya mesafe koyma söylemlerinin demagojik olmaktan öte hiçbir değeri bulunmuyor. AfD’nin AB ya da NATO “karşıtlığı”nda asıl unsur, Alman emperyalizminin bu iki kurumsallık içerisinde yer ve rolünü arttırma kaygısının açığa vurulmasından ibarettir. Tıpkı İslam karşıtlığında yaptıkları gibi: Dinselliğin kamu yaşamından dışlanmasına değil, dayanak olarak gördükleri bir dinin rakip dinler karşısında mıntıka temizliği yapmasıdır asıl istedikleri. Aydınlanmadan, laiklikten zerre kadar hazzetmiyorlar yoksa. Faşizm araştırmalarına liberal çerçeveyle yaklaşan tarihçi Ernst Nolte, “kendi çağında faşizm” kriterlerini sayarken listenin en başına anti-marksizmi yazma dürüstlüğünü gösterebilmişti. (Diğer kriterler ise şunlardır: Lider prensibi, anti-liberalizm, parti ordusu, bütünlük iddiası ve eğilimsel anti-muhafazakârlık.) Almanya’nın çekirdek faşist partisi NPD (Almanya Ulusal Demokratik Partisi), 2013 seçimlerinde toplam 560 bin oy almıştı. 2017 seçimlerinde bu sayı 176 bine düştü. NPD’nin şefi Frank Franz 13 Mart 2016 eyalet meclisleri seçiminde birinci oyun AfD’ye ikinci oyun kendilerine verilmesi için propaganda çalışması yapmıştı. Yani, Alman faşist hareketinin çekirdek örgütü ile aynı hareketin kitle örgütü arasında doğrudan geçişkenlik var.
“AfD küçük insanların partisi” demagojisi
AfD, “Küçük insanların partisiyiz!” diye propaganda yaptı. Sosyal adaletten dem vurdu. “Sosyal olan ulusal olandır” vaazında bulundu. NPD gibi “Çingene yerine, nineye para!” benzeri çok ucuz ırkçı propaganda yapmadı, ancak sığınmacı ve göçmen düşmanlığı yapan on binlerce seçim malzemesini ülkenin köylerine kadar götürdü.
Hangi bütçeyle yaptı bunu AfD?
Junge Welt gazetesinden Kristian Stemmler, AfD’nin seçim malzemelerinin görünen hesabını çıkartan “LobbyControl” adındaki bağımsız sitenin verilerini haberleştirmişti 13 Eylül’de. 24 Eylül 2017 milletvekili seçimleri için AfD’nin yaptığı seçim harcaması, 6 milyon avro tutarındaydı.
Peki değirmenin suyu nereden geliyor?
“Anonim bağışçılar”dan...
AfD’nin şefi Frauke Petry’nin Saksonya eyaletindeki dokunulmazlığı 29 Ağustos 2017’de oybirliği ile kaldırılmıştı. Bu karara gerekçe olan şey, Petry’in partiye yapılan “bağışlar” konusunda milletvekili yeminine aykırı olarak, evrak sahteciliği yapmasıydı. Yani her konuda olduğu gibi akçeli işlerde de sicilleri bozuk.
Küçük insanların partisi AfD, büyük sermaye tarafından besleniyor. Bundan dolayıdır ki Junge Welt, “AfD Alman sermayesinin partisidir” başlığını kullandı.
Faşizan ve gündelik ırkçılık
AfD’yi faşizan, yani “faşist kriterlere yakın ama henüz faşist değil” diye nitelemek, niyetten bağımsız olarak, bu hareketin işçi sınıfı karşısındaki tehditkâr tutumunu hafife almak gibi bir anlam içeriyor. Dahası da var. Faşizanlık söylemi her ne kadar olguyu kabalaştırmadan çözümlemek isteme arayışının dışavurumu ise de, faşizm denilen fenomenin “öyle ele avuca sığmayan, çok nadir ortaya çıkan bir durum” olarak görülmesine yol açabileceği için, işçi sınıfının siyasi olarak uyanıklığı elden bırakıp, miskinleşmesine kapı aralayabilir.
Faşizanlık söyleminin gündelik dildeki karşılığı “gündelik ırkçılık”tır (Alltagsrassismus). Dile pelesenk olan bu terimin ırkçılığı gündemleştirmesinden daha ziyade, bu sınıfsal/sosyal/etnik betimleme biçiminin sınıf ekseninden soyutlanarak, kanıksanmaya olanak yaratması daha önemli hale gelmiştir.
Burjuva sosyolojisi, kavramların içini boşaltıp gerçekleri kitlelerin gözünden kaçırmak için pek çok terim türetir. Hiçbir toplumsal karşılığı olmayan bu kavramsal çerçevenin, akademik sosa bulanarak vaftiz edilmesi ile işlem tamamlanır ve sözü geçen türedi kavram dolaşıma sokulur. Gündelik ırkçılık terimi de bunlardan biridir.
Bu terimin tahrif ederek tarif ettiği iki olgu var: Irkçılık olgusunu “önyargı” olarak sunmak ve ırkçılığın kaynağının sınıf ilişkileri bağlamında anlaşılmasını zorlaştırmak...
AfD NSDAP olur mu?
Alman faşist hareketi 1919 yılında doğdu. Faşizme adını veren İtalya olsa da, “altın çağı”nı Almanya’da yaşamıştır. Her iki devletin de emperyalist zincirin zayıf halkaları olması tesadüf değildi. Alman faşizminin sermayenin “iktidar seçeneği” haline gelmesi, faşist hareketin Alman işçi sınıfının yükselişini bastırma konusunda rüştünü ispat etmesinden sonradır. 8 Kasım 1923’teki başarısız darbe girişiminden 1928 yılına dek NSDAP ihmal edilebilir bir siyasi aktördü.
NSDAP’nin paramiliter yapısı sermaye sınıfında büyük övgüye yol açtı. Sermaye terörü işçi sınıfı hareketini geriletmeyi başarmıştı. Bundan dolayıdır ki, işçi sınıfından söz etmeyen faşizm konusunda ağzını açmamalıdır.
Nazi partisi NSDAP 1930’a kadar seçimlerde yüzde 2 küsur oy almıştı. 14 Eylül 1930’da 18,3’e çıktı bu oran. Şu andaki faşist parti AfD de 2013’de kurulduğunda Avrupa Parlementosu seçimlerinde 7,1 oy almıştı. Ardından 13 eyalet parlementosuna girmeyi başardı. Son seçimde ise 12,6’lık oy oranı ile ülkenin üçüncü büyük partisi konumuna ulaştı.
O zaman Versay Antlaşması’nın “öfkesi” vardı. Bugün Almanya’ya AB içinden öfke var.
O zaman Alman emperyalizmi dünya kapitalist zincirinin zayıf halkalarından biriydi. Bugün en güçlü halkaları arasında sayılıyor.
O zaman Almanya sınırlı vizyonu olan bir Avrupa devletiydi. Bugün Almanya dünya ihracat şampiyonudur...
Dünya konjonktürünün, önümüzdeki yılların annus miribilis (muhteşem yıl) mı, yoksa annus horribilis (korkunç yıl) mı olacağını tayin edecek olan şey, işçi sınıfının partisinin örgütlülüğü ve iktidara taliplilik düzeyi olacaktır.
Alman işçi sınıfının 100 yıl sonra Kasım Devrimi’ni tamamlaması bu eksende anlam kazanacaktır. Çünkü AfD, NSDAP olmak için elini havaya kaldırmıştır.
“Faşizm, proleter devrimini gerçekleştirememiş proletaryanın çekmek zorunda kaldığı cezadır.” Clara Zetkin’in ifade ettiği bu acı gerçeği telafi etmenin tek yolu, Alman işçi sınıfının Kasım Devrimi’ni tamamlamasıdır.
AfD'nin kurmay kadrosu
LEXANDER GAULAND: Partinin şef ideoloğudur. 1971’den 2013 yılına dek Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) üyesiydi. Hessen Eyaleti Başbakanlık Dairesi’nde uzun dönem görev yaptı. Devletin içinden biri. Sosyal demokrat SPD’nin Türkiye kökenli siyasetçisi Aydan Özoğuz için “Anadolu’ya gönderir, bertaraf ederiz” sözleriyle ayrıca “medyatik” oldu. Gauland, her ne kadar kariyer basamaklarını batıda tırmandıysa da esasında bir Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) yurttaşıydı. Antikomünistliği ailesine dayanıyor: Babası Nazi teğmeniydi. 1941’de Chemnitz’de (ADC zamanındaki adı Karl Marx Şehri) doğdu. 1959’da batıya kaçtı. Sağ içerisinde kariyer yaptı. ADC’nin karşıdevrim ile yıkılmasında ve sonrasında aktif görev üstlendi. Märkische Allgemeine Zeitung’un Frankfurter Allgemeine Zeitung grubu tarafından iç edilmesi sürecinde 1991’den 2015’e kadar bu gazetenin yöneticiliğini yaptı. Alman karşıdevriminin en ağzı bozuk, en gözü dönmüş kadrolarındandır.
FRAUKE PETRY: Petry de ADC doğumludur. 1975 Dresden doğumlu Petry kimya eğitimi aldı. Babası batıya kaçan bir antikomünistti. Çözülmeden sonra Frauke Petry annesi ile batıya yerleşti. Ardından işletme kurup, patron oldu. Kürtaja ve genel olarak kadın haklarına o kadar kraldan daha kralcı yaklaştı ki, sosyolog Jasmin Siri tarafından “antifeminist kadın” olarak nitelendi. Frauke Petry, 24 Eylül seçimlerinden hemen sonra görevinden ve partisinden istifa ettiğini açıkladı. Kısa süre sonra eşi ile birlikte Mavi Parti adında yeni bir faşist örgüt kurdu. (Petry hakkında daha ayrıntılı okuma için bu derginin mart sayısında Elçin Solmaz’ın “Avrupa’nın iktidardaki kadınları” başlıklı makalesine bakılabilir.)
ALİCE WEİDEL: 1979 Gütersloh doğumlu Weidel, CDU’nun vakfı Konrad Adenauer Stiftung tarafından doktorası desteklenmiş tam bir yeni yetme patron danışmanıdır. Alexander Gauland tarafından keşfedilene kadar ABD merkezli 34 bin çalışanı olan Goldman Sachs’da yatırım uzmanı olarak çalışıyordu. Neoliberal iktisadın kurucularından Hayek’e atfen kurulmuş olan “Friedrich A. von Hayek Gesellschaft” üyesi. Sığınmacılara karşı hakaretamiz söylemi ile tanınan Weidel, evinde Suriyeli bir sığınmacıyı kaçak ve ucuza çalıştırdığı ortaya çıktığında dahi pişkinliğinden bir şey kaybetmedi. Eşcinselliğe karşı, ama kendisi eşcinsel.
BEATRİX VON STORCH: Radikal Hıristiyanlık çizgisini savunuyor. Tam bir ortaçağ artığı aristokrat döküntüsüdür. Storch da Weidel gibi neoliberal “Friedrich A. von Hayek Gesellschaft” üyesidir. Beatrix von Storch’un kurucuları içinde yer aldığı antikomünist “Göttinger Kreis” inisiyatifi, AfD kurulmadan önce içinde Michael Gorbaçov’un da olduğu mizansenler sahneledi.
BJÖRN HÖCKE: Alman faşist hareketinin kadro hareketi NPD’ye sempatisini en açık ifade eden Neo-Nazidir. Öğretmen olduğu için NPD’liliğini pek açık etmemişti. AfD güç kazandıkça ağzındaki baklaları çıkartmaya başladı. Höcke de CDU gençliğinden yetişme, Junge Union üyesiydi. 1972 doğumlu Höcke’nin AfD Thüringen eyalet şefi olması, ardından ırkçı Erfurt Yürüyüşleri ile ün salması, faşist hareket içerisinde kariyer basamaklarını hızla çıkmasına yardımcı oldu. En son provokasyonu Dresden’in bombalanmasını gerekçe göstererek Nazi Almanyası’na özlemini dile getirmesi oldu.
JÖRG MEUTHEN: 1961 Essen doğumlu iktisatçi Meuthen, “68 kuşağının Alman siyasetindeki etkisini kırmak” konusunda özel gayreti, Katolik tarafgirliği, Björn Höcke’nin ünlü “Dresden Nutku”nun destekçisi olmadaki azmi, islamofobi konusundaki özel sempatisi ile AfD’nin en sevilen yöneticisi konumunda. Meuthen de neoliberal bir iktisattan yana.
BERND LUCKE: 1962 Berlin doğumlu Lucke, AfD’nin kurucuları arasında sayılıyor. İktisatçı. Neoliberal. Bağlı bulunduğu kilisenin çocuklarla ilgili bölümünü yönetiyor. 33 yıl CDU’ya üyelik yaptı. AfD’nin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra partiden ayrıldı. ALFA adında bir parti kurdu. AfD’nin kurmay listesinde yer alan tüm bu figürlerin ortak özellikleri: Tamamının “altta kalanın canı çıksın iktisadını”, yani neoliberal iktisadı hararetle savunuyor olmaları, Bütün kadroların antikomünist olması, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nden (ADC) nefret eden aktörler olmaları, Dinle kurdukları ilişkide Aydınlanma fikrine karşı Hıristiyan yobazlığının üstünlüğünü savunan figürler olmaları.