Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Hepimiz Solcuyuz
Kemal Okuyan
ürkiye’de solu özetleyen bir bakıma budur ve sınırları milliyetçilikten liberalizme, muhafazakârlıktan komünizme uzanan geniş bir “aile”nin toplumsal algıdaki karşılığı budur: Sol!
Bu uçsuz bucaksızlığa rağmen “sol” hâlâ “sağ”a göre, toplumsal düzeyde olmasa bile siyaset dünyasında, pozitif bir anlam taşımaktadır. “Sağ” “sol”a “gerçek solculuk” dersi vermekte, üstüne “sağ”cı olarak tanımlanmaktan mutsuz olmaktadır. Önemli açılımların tamamında “sağ” “sol”un onayını, desteğini aramaktadır.
Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada bu geniş tanımıyla bile “sol”un seçimlerle iktidara gelme şansı azalırken, “sağ”ın “sol”un meşruiyet desteğine ihtiyaç duyması ilginç gelebilir. Halbuki düzen siyasetinin mekaniği tamamen bunun üzerine kuruludur.
Sermaye sınıfı, doğası gereği, işçi hareketini baskılayacak, ücretleri düşürecek, örgütlenmeyi sınırlayacak, emekçi halkın düzen değişikliği talebinden uzak durması için yargı ve devletin şiddet örgütlenmesini devreye sokacak. Bunu kuşkusuz milliyetçiliği, dini, sahte ve ikiyüzlü bir ahlak anlayışını, ırkçılığı pompalayarak, otorite ve düzen arayışını, cehaleti, bencilliği istismar ederek yapacak. “Sağ” son tahlilde budur.
Ve çoğunlukla yetmez.
Bu düzenin reformlarla iyileşebileceğini, radikal dönüşümlerin tehlikeli olduğunu, insanca yaşamak için devrimci altüst oluşlara gerek olmadığını, emeğin sermayeyi daha fazla hak vermeye ikna edebileceğini, toplumsal sistemi değiştirmeden bölüşümün daha adil hale getirilebileceğini vaaz eden; kısacası düzenden kopma eğiliminde olan, başka arayışlar içine giren geniş kitleleri düzene bağlamakla görevli bir başka “ajan” gereklidir patron sınıfına.
Bu da “sol”dur.
“Sol”un sınırlarındaki belirsizlik biraz da bu misyonla ilgilidir. Düzen değişikliğini hedefleyen siyasetlerle düzen arasına girmek, sınırları belirsizleştirmek, kafa karışıklığı yaratmak… Bu olmadan “düzen solu” işe yaramaz. Ve bu nedenle zaman zaman sermaye sınıfı “düzen solu”nun ezilenleri ikna edebilmek için gaz vermesini sineye çeker, hatta destekler, çünkü tarihsel açıdan “düzen solu”nun kurulu düzene ihanet ettiği hiç görülmemiştir. Gaz verirler ama sonuçta kitlelerin gazını bir güzel alırlar en kritik dönemeçte.
İşlevleri budur.
“Düzen solu” “sağ”dan temelde bu işlevle ayrılır, yoksa program ve ideoloji olarak aralarında giderek azalan ayrımların gerçek hayatta pek bir karşılığı yoktur. Bir bölümü halkı kandırmak için elde tutulan bu farklılıklar “hükümet” olunduğunda pek uygulanamaz, uygulamak için fazla ısrarcı olunduğunda sermaye sınıfı hemen “sağ”ı harekete geçirir ve kapitalist düzende “iyileştirme”nin imkânsızlığını kanıtlarcasına “düzen solu”nun yarattığı dağınıklığı toparlamak üzere “otoriter” bir iktidar için “düdük” çalar.
Hemen hemen yüz yıldır yaşanan bu siyaset döngüsü, “düzen solu”nun inandırıcılığını iyice azalttığından bugün Avrupa’da “sol” iktidarda değildir, “sağ”ın seçeneği yine “sağ”dır.
Hükümette olan ise, büyük seçim başarısından önce en fazla üfürmeyi göze alan, en desteksiz atan, yani geniş kitleleri aldatmak için sınırları en fazla zorlayandır: Yunanistan’ın Syriza’sı.
Bu nedenle yarattığı tahribat da sınırsız olmuş, Yunanistan’da kısa yoldan “kurtuluş”un kapısının aralanacağını, NATO’dan, savaşlardan, yabancı üslerden arınılacağını, AB dayatmalarının biteceğini, özgürlük ve refaha ulaşılacağını sanan milyonlarca kişi hayal kırıklığı içinde ülkelerinden ve siyasetten umudu kesmiştir.
O zaman bazı şeyleri açık açık söylemekte bir sakınca yoktur:
1. “Düzen solu”nun güçlenmesi devrimci sola yaramaz, onun önünü açmaz. Tersi geçerli olabilir. Komünist hareketin güçlenmesi, “düzen solu”na ihtiyacı artırır ve onun da önünü açar sıklıkla. 2. “Düzen solu” hiçbir zaman düzene ihanet etmez. 3. “Düzen solu”nun hükümet olduğu kısa aralıkların ardından bir kural olarak baskıcı iktidarlar kurulur. “Düzen solu”, kitleleri kandırmak için geliştirdiği demagojinin bir kısmını hayata geçirmek ya da geçirir gibi yapmak durumunda olduğundan patronların canını sıkar. Zaten kapitalizmin mantığında bir karşılığı olmayan, genellikle enflasyonu azdıran beceriksiz ve eklektik programlar uygulayan “düzen solu”nun arkasındaki toplumsal destek de hızla azalır. Ancak “düzen solu” kendisini “sol” olarak pazarladığından kitleler yüzünü yeniden “sağ”a, hatta faşizan çözümlere döner. Kitleler tutukluk yaparsa, sosyal demokrasi tarafından örgütsüzleştirilen ve kafası karıştırılan geniş kitlelere karşı burjuvazi doğrudan faşist darbeleri devreye sokar.
“Düzen solu”na genel olarak “sosyal demokrasi” demekte bir sakınca bulunmuyor. Artık çok uzun bir süre geçti, o en gelişkin örneğini Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde bulan işçi hareketi temelli ve Marksizm çıkışlı partilerin karakteristik özelliklerini bugün aramaya gerek yok. CHP de sosyal demokrattır, Syriza da, Fransız Sosyalist Partisi de ve ne yazık ki isminde “komünist” sıfatı bulunan bazı partiler de…
Evet, bir zamanlar dünyada neredeyse tek, tırnak içine almaya hiç ihtiyaç duyulmayacak bir sol vardı ve bu sosyal demokrasiydi. İşçi sınıfının kurtuluşu için mücadele ederken adım adım dönüşüp devrimcilikten uzaklaştılar ve 1914’te kahramanı oldukları büyük rezaletle birlikte “düzen solu” haline geldiler.
FAŞİZM TEHLİKESİ
Düzen solu… Burada belirleyici olan “düzen” sözcüğüdür ve sosyal demokrat partiler hiçbir biçimde solcu değildir. Sosyal demokrat partilerin sağcı partilere tercih edilip edilmeyeceği tamamen yanlış kurulmuş bir tartışmadır. Eğer, insanlık kapitalizmden yani her tür eşitsizliğin, adaletsizliğin, baskının, savaşların kaynağı olan toplumsal sistemden kurtulmak istiyorsa, sosyal demokrasiyle değil, sosyal demokrasiye de karşı mücadele etmelidir.
Efendim faşizm tehlikesiymiş… Faşizme karşı duran herkesle sokakta, fabrikada, okulda, mahallede gerçek bir mücadele içinde bir olunur. Ancak sosyal demokrasinin kanatları altında faşizme karşı mücadele olmaz, sosyal demokrasinin kuyruğunda faşizmin oyuncağı olunur.
Evet, sosyal demokrat çatıların altında dostlarımız var, şu ya da bu nedenle sosyal demokrasiye umut bağlamış milyonlarca emekçi var; onlarla dostuz ve dost olduğumuz için onları da sosyal demokrasiden kurtarmamız gerekir.
Sol biziz. Sosyal demokrasi bizim rakibimiz, emeğin düşmanı sınıfa ait bir hareket. Onlar tırnak içinde “sol”, “düzen solu”. Bunu hiç çekinmeden söyleyeceğiz.
1982’de iktidar olduğunda emperyalist Fransa’nın tehlikeli siyasetçisi “sosyalist” Mitterand, arkasına on binlerce komünisti ve sosyal demokratı alarak, sosyal demokrasinin işçi sınıfını temsil eden bir hareket olmaktan burjuvazi cephesine transfer olduğu geçiş döneminin önemli (ve namuslu) isimlerinden Jaurès’in mezarını ziyaret etmişti.
Nihayetinde bir ortak geçmiş var ama o kadar! Sosyal demokrasi ile komünistler arasına kan girdi. Sosyal demokratlar Birinci Dünya Savaşı’nda işçi kitlelerinin birbirini boğazlamasında suç ortaklığı yaptıktan sonra “düzen adına”, düzeni değiştirmek isteyen komünist önderleri, işçileri katlettiler.
Tarih bize, 1917’den bu yana sosyal demokrasinin antikomünizm olduğunu gösteriyor. “Ama biz de solcuyuz” diyen ve bunu laf olsun diye değil samimiyetle vurgulayan herkese sözümüz şudur: Çıkın oradan, kurtulun tarihin yapıştırdığı yaftadan.
Çok mu sert oldu?
Gelin sosyal demokrasiye, onun anavatanı olan Almanya örneğinden bakalım. “Az söylenmiş” diyeceksiniz…
(Bu yazı dijital soL Dergi’nin 3’üncü sayısında yayımlanmıştır.)