Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Bir yaşam, beş vardiya ve büyük ihanet
Söyleşi: Cemil Fuat Hendek
Geleneksel yortu eylemleri sırasında Wiesbaden ve Mainz yöresinin ortak yürüyüşünde yan yana gelen Ali Yıldız ve Cemil Fuat yoldaşlarımız, bir gün sonra buluşarak, Ali Yıldız’ın yıllar boyu fabrika yaşamında gözlemledikleri üzerine sohbet etmek üzere anlaşmışlar. Bu sohbeti aşağıda Boyun Eğme-Almanya okuyucularına sunuyoruz.
Dün, Yortu Barış Yürüyüşü sırasında bir şey gözlemledim. Oradan başlayalım: Alman Sendikalar Birliği’nin (DGB) 1 Mayıs Dayanışma Rozeti’ni almayı reddettin. Sendikalara karşı mısın?
ALİ YILDIZ - Ben bir işçiyim. Her işçinin ilkesel olarak sendikal mücadelede yer alması gerektiğinde ayak direyen bir insanım. Bu nedenle kırk yıla yakındır sendika üyesiyim. Bugüne dek bir kez bile aksatmaksızın sendika aidatı ödemenin dışında, yıllarca aktif olarak sendikal çalışmalarda yer almış biriyim. Çalıştığım fabrikada kaç yıl sendika temsilciliği yaptım. Dört yıl boyunca işçi temsilcisi de oldum. Ta ki, büyük ihanete dek…
Büyük ihanet?
ALİ YILDIZ - Evet. Çok büyük ihanet. Gorbaçov’la birlikte tepe noktasına ulaşan ihaneti kastediyorum. Sovyetler Birliği’nin, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin çöküşü, duvarın yıkılışı, sosyalist sistemin dağılışı…
Sosyalist sistemin çözülüşü aslen bambaşka bir konu değil mi? O çöküşün Almanya’daki sendikal mücadeleyle ne ilgisi var?
ALİ YILDIZ - Çok yakın ilgisi var. Daha o günlere yaklaşırken sermaye sahipleri, işverenler harekete geçtiler. Almanya’da devletin işlevini, sosyal devleti, çalışma yasalarını, kazanılmış hakları, gündeme getirmeye ve tartışmaya açmaya başladılar. Bunları değiştirmek için de yedekte beklettiklerini iktidara taşıdılar.
Yedekte beklettikleri?
ALİ YILDIZ - Sermayenin sisteme bağladığı ve birbirine yedeklediği güçler çok. Sağa doğru, merkez sağ dedikleri Hristiyan demokratlardan (CDU ve CSU) faşistlere dek uzanıyor. Bak şimdi bir de AfD çıktı ortaya. Solda ise, sosyal demokratları, çevreci hareketleri, Yeşiller’i dahası, Sol Parti’yi, yani, sisteme sadık tüm partileri sayabilirsin. Ben burada sosyal demokratları ve yeşilleri kast etmiştim. O dönemde istediklerini SPD-Yeşiller koalisyonuna, Schröder hükümetine yaptırdılar. Daha önce iktidarda olan Kohl hükümeti yapmaya kalksaydı milyonları sokağa dökecek değişiklikleri bunlar kotardılar. İşçi haklarlarını kısıtladılar, işsizlik parası, sosyal yardım düzeni, sigorta hizmetlerini ve daha birçok şeyi değiştirdiler. Devletin yüklendiği posta, ulaşım, belediye hizmetleri gibi toplumsal hizmet alanını özelleştirdiler. Saymakla bitmez...
“GÖRÜNMEYEN TARAF” ARTIK YOK
Fakat Almanya’da sol sadece SPD’den ibaret değildi. Komünistler vardı, Sosyal Demokrat Parti içinde solda yer alan çevreler vardı. Yurttaş girişimleri...
ALİ YILDIZ - O çöküşle birlikte sadece Almanya’da değil, bütün dünyada sol hareketler dağıldı. Komünist partiler ya likide oldular ya da sağ, liberal etkiler altında raydan çıktılar. Sol bu duruma düşünce sendikaların durumu ne olabilirdi ki? Kaldı ki, o yılların IG Metall sendikası başkanı yıllar sonra itiraf etti: “Toplu iş söyleşmelerinde pazarlık masasında görünmeyen bir taraf olarak Alman Demokratik Cumhuriyeti de oturuyordu” dedi. Onun ağırlığı da ortadan kalkınca... Meslek sendikaları, eskiden de kısmen mahcup bir şekilde sürdürdükleri sınıf işbirliğine hız verdiler. Biz bunu doğrudan doğruya fabrikalarda kendi tenimizde hissettik.
“Doğrudan doğruya” dedin. Bu süreç fabrikada üretime ne şekilde yansıdı?
ALİ YILDIZ - Bak ben daha 18 yaşını henüz bitirmiştim. Bir beton fabrikasında çalışırken, şimdi çalışmakta olduğum bu kağıt fabrikasına girdim. Aynı anda da IG-Chemie, Papier, Keramik (Kimya, kağıt ve seramik işkolu sendikası) üyesi oldum. Aradan tam 38 yıl yani bir ömür geçti. Neler gözlemledik, nelere şahit olduk, nelerin de ayırdına varamadık da, çok sonraları farkına vardık...
Fabrikaya ilk girdiğimde, küçük makineler vardı. Bir makinede dört işçi çalışırdık. Günde ortalama 120 paket mal ürettiğimizde ay sonunda fazladan bir çekle ödüllendirilirdik. Şefler gelir ayrıca teşekkür ederlerdi. Ya şimdi? Bir işçi dört makinede çalışmak zorunda. Günde 1200 paket mal ürettiğimizde “neden 1300 olmadı”nın yanıtını vermek mecburiyetinde kalıyoruz. Üstelik o zamanlar makinede bir arıza olduğunda tamircileri beklerdik. Şimdi ise, makineyi kendimiz tamir etmek zorundayız. Olmazsa, tamir süresince başka bir makineye geçerek orada çalışmaya devam ediyoruz. Bu yaşta hâlâ beş vardiya çalışıyorum. Dört vardiya fabrikada, bir vardiya da evde hazır nöbette. Telefon ettiklerinde hemen işbaşı yapacaksın.
Peki, sendika, işçi temsilciliği yok mu? Onlar bu süreçlere müdahale etmiyorlar mı?
ALİ YILDIZ - Dedim ya, Schröder hükümetiyle birlikte işin cılkı çıktı. Zaten SPD’ye göbekten bağlı olan sendikalar, onun politikasını aynen işçilere dayattılar. Sendikal mücadeleyi kötürüm ettiler. İşçi temsilciliği dediğin kurumun artık sadece adında “işçi” var. Bunlar üretimden affedilmiş, fabrikanın Genel Yönetim Kurulu Üyesi haline getirilmiş, işçiden çok işverenin çıkarlarını gözeten, katıldıkları her GYK toplantısında ayrıca prim alan bir avuç insan. Bir örnek daha vereyim: Önceleri öğle tatilimiz vardı. İşveren bunu kaldırmak için bize para teklif ettiği halde kabul etmedik. Daha sonra işçi temsilciliğinin onayıyla, üstelik para falan da vermeksizin bunu kaldırdılar. Şimdi öğle tatilimiz olmadığı gibi, makine başında bir şey yemek de yasak. Aç biilaç çalışmaya devam... Düşün ki, 38 yıldır bizim fabrikada birçok haklarımız budandığı, sömürü alabildiğine arttığı, reel ücretlerimiz dibe vurduğu halde, tek bir doğru dürüst direniş, tek bir grev olmadı. Tam 38 yıldır!
Sendika ve işçi temsilciliği seçimlerinde bunlara karşı bir çıkış yapma olasılığı yok mu?
ALİ YILDIZ - Meseleye şöyle bakmalısın: Bunlar, işveren, fabrika yöneticileri, SPD ve sendika yönetimi de içinde olmak üzere sıkıca birbirine tutunmuş bir grup insan. Seçimler sırasında gerektiğinde oylarla oynamaktan, oy vermemiş işçileri oy vermiş gibi göstermekten de çekinmiyorlar. Ben dört yıl işçi temsilcisiydim. Bana yapmadıklarını bırakmadılar. Çevremdeki işçileri bana karşı kışkırtmaktan tut da, üretimdeki aksaklıkları, bozulan makineleri üstüme yıkmaya kadar varan saldırılara göğüs germek zorunda kaldım.
SOSYAL DEVLET MASALI VE İŞÇİLER
Anlattığına göre giderek artan baskıya, iş yoğunluğu ve sömürüye karşı işçiler arasında bir tepki oluşmuyor mu?
ALİ YILDIZ - Aslında işin bir başka, uluslarası çapta bir boyutu daha var. Bu artan baskı ve sömürü mekanizmasının sistemli bir şekilde hayata geçirilmesi için ellerinde “istihdam politikası ve yöntemleri” üzerine Uluslararası İşverenler Federasyonu tarafından yayımlanmış bir kitapçık var. Uygulamaların tümü, insan psikolojisinin inceliklerini de gözönünde bulundurarak hazırlanmış olan bu kitapçıktan alınma. Örneğin, “Dinamik Çalışma Yöntemi” dedikleri şöyle bir yol izliyorlar. İşçileri gruplara ayırıyorlar. Her grup içinde işçilerden birine bir paye veriyorlar. Örneğin, birine “Topper” payesi veriyorlar; bir de saat ücretine ek olarak 20 cent. Sonra da hayatını teslim alıyorlar. Her an, evinde de hazır bekleyecek. Yarım saat önceden gelecek. Makinelerin nerede, hangi işçinin elinde ve neden randımanının düştüğünü saptayarak yönetime bildirecek. Aslında tamirci olacak, ama tamir yapmadığı zaman içinde üretime de katılacak. Bir diğerine “TK” yani “takım koordinatörü” diyorlar. O da, sözde o grubun üretimini koordine edecek, işverenin isteklerini gruba dayatacak. Bu işler için kimi seçeceklerini de iyi biliyorlar. Bana da önerdiler, kabul etmedim. “20 cent için kırbacınız olamam” dedim. Bir süre sonra öç almakta gecikmediler. Bir inme geçirdikten sonra tedavi dönemindeyken çalışamamış olmamı bahane edip, ücret sınıfımı bir kademe düşürdüler.
İşyeri Teşkilat Yasası değişti. İşten çıkarmalar kolaylaştı. Taşeron şirketlerin işçi kiralama olanakları genişledi. Fabrikada sürekli bir dönüşüm başladı. Eski işçiler 18-20 avro saat ücreti alırken, yeni işçiler aynı işte 7 avro alıyor. İş sözleşmesi sadece 2 yıl süreli. Sonra işten çıkarılıyor. Bir süre sonra yeniden işe alınıyor. Haydi yeni baştan; kıdem falan yok; “hak” dediğin hak getire...
Sen işçi temsilciliği deyip duruyorsun. Bir örnek vereyim: “Her şeyin başında işgüvenliği ve işçi sağlığı” lafı fabrika yönetiminin dilinden düşmüyor. İyi de, örneğin makinelerin temizliği sırasında ortalığa dağılan toz ciddi bir sorun. Bu işi özel bir firma yapıyor. Kaç zamandır “makineleri tek tek temizletmeyin; bu iş bölüm bölüm yapılsın; makinelerden birini temizlerken yanındaki makinede çalışan bir sürü toz yutuyor” diye mücadele ediyoruz. Kim dinler? Gelenler maskeli özel giysili biz ise olduğumuz gibiyiz. İşçi temsilciliğine gidiyorum. Sen çıkan tozun fotoğrafını çek getir” diyorlar. “Yahu peki sizin işleviniz ne? Bu odada oturmak mı?” Pek sıkıştıklarında söyledikleri ise daha da alçakça: “Burada çalıştığına şükret. Ya işsiz kalırsan ne yapacaksın?” Bu durumda tabii herkeste bir çekingenlik oluyor. Herkes “Aman işimi kaybetmeyeyim” diyerek başını öne eğip çalışıyor.
Türkiye’deki aymazlarsa Almanya’da bir sosyal devlet olduğunu, buranın bir bir işçi-emekçi cenneti olduğunu sanıyor. Büyük ihanetin yükünü bizim de omuzlarımızda taşıdığımızdan haberleri yok.
Yani bu yıl da DGB’nin 1 Mayıs rozetini takmayacaksın.
ALİ YILDIZ - Benim takacak çok rozetim var. TKP rozetim var, TKP’nin 1 Mayıs rozeti var, DKP rozetim var. Aslında mesele rozette değil. DGB ve meslek sendikaları işyerlerinde ne ise, 1 Mayıs’ta da farklı değiller. Bir meydanda bira masaları kuruyorlar; ne bir slogan, ne bir pankart, ne bir bayrak. Sanki 1 Mayıs işçilerin uluslarası mücadele ve dayanışma günü değil de, birlikte kafa çekme günü.
Üç yıl önce DKP, TKP, başkaca sol örgütler ve Kürt ulusal hareketinden temsilcilerle biraraya gelerek buna bir son vermek istedik. Bir yürüyüş ve miting önerdik. Fakat DGB’yi o bira meydanından çıkarmak mümkün olmadı. Üstelik, bizim örgütlediğimiz gösteriyi sabote etmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Toplanma saatini bile değiştirdiler.
Bir de “Mayıs’a dans ederek girmek” diye bir saçmalık tutturmuşlar. Bazıları sabaha kadar dans ederek, içki içerek eğleniyor, oradan yarı sarhoş 1 Mayıs toplantısına gelip, birayla cila yapıyor.
Biz ise, “mücadeleci 1 Mayıs”tan yana olanlarla birlikte dans ve içki yerine geniş bir toplantı yapıyoruz. Uluslararası mücadele ve dayanışma hedefine layık bir eylem için hazırlanıyor, bileniyoruz. Bu yıl, dördüncü kez 1 Mayıs’ta da sloganlarımız, pankartlarımız ve kızıl bayraklarımızla o meydana gireceğiz.
Sana fabrikada ve meydanlardaki eylemlerde başarılar...