Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Sınanmış olanlar ve
sınanmayı bekleyenler
Besim Tokgöz
Avrupa komünizmi çizgisinin kuramcılarından Nicos Poulantzas, “Faşizm ve Diktatörlük” kitabında (1970) Engels’in devleti, egemen sınıfın yönetim komitesi olarak saptamasına mesafe koyarken, siyasetin temel kavramı olan iktidar kavramını sulandırmaktan da geri kalmamıştı. Poulantzas’a göre, iktidar devlet değil, “ilişki”ydi. Bu bağlamda muhalefet de iktidarının bir parçasıydı.
Devleti sınıf egemenliğinin kristalize olmuş bir şekli olarak tanımlamak ile, devletin-sınıf ilişkisinin “görece özerk” olduğu gerçeğinden hareketle bir kurgu geliştirmek birbiriyle çelişmez elbette.
Poulantzas’ın sınıf siyasetinde iktidar-muhalefet birliğine vurgu yapması önemlidir. Ancak geleneksel çizgiden tek farkla: Siyasetin amacının kamu gücünü fethetmek olduğunu görmeyerek...
Poulantzas’ın III. Enternasyonal’in faşizm analizine ilişkin yaptığı “saf ekonomizmle malûllük” saptaması yabana atılamaz. III. Enternasyonal’in faşizmin yalnızca geri kalmış ülkelerde ve yarı yarıya tarıma dayalı ekonomilerde yaşam bulup iktidara gelebileceği tezi, “Faşizm, mali sermayenin en gerici, en şoven, en emperyalist kesimlerinin açık diktatörlüğüdür” şeklindeki “en”ci tanımlamaya evrilince, dönemin hatalı ittifaklar politikasının da önü açılmış oldu. Buradan hareketle sermayenin gerisi ve ilerisi vardı ve ittifak edilebilirdi...
Poulantzas’ın Frankfurt Okulu’nun etkili ismi Max Horkheimer’e atfen faşizmin yalnızca “kapitalizm”le ilişkilendirmesine itiraz edip Lenin’e başvurması ve aslolarak faşizmin bir “emperyalizm” fenomeni olduğuna işaret etmesi anlamlıdır.
Ama buraya kadar!
Poulantzas, Avrupa Komünizmi’nin ağzına uzun süreden beri almadığı sosyalist devlet ifadesini “demokratik sosyalizm” olarak telaffuz etmişti. 1978’de ilk kez dillendirilen Poulantzas’ın “demokratik sosyalizmi”, “devletçi olmayan devlet” olarak siyasi hedefini tanımlar. III. Enternasyonal’in “saf ekonomizmi” eleştirisinden, sosyalist iktidar perspektifini gündemine dahi almayan bir düzen reformculuğuna evrilir.
III. Enternasyonel’in, eşitsiz gelişme yasasını görmezden gelip, ‘’demokratik halk cepheler’’i politikaları ile komünist hareketin çeperlerinde gedikler açılmasına olanak yaratan geri çekici ‘’ittifak’’ siyasetlerinde, dönemin koşulları içinde kısmen anlaşılabilir makül gerekçeleri vardı. Bu tutum dönemin ağır saldırı koşulları içerisinde bir yere kadar anlaşılırdı da. Fakat kapitalizme teslimiyetin sol jargonlarla vaftiz edilmesinden başka hiç bir işlevi olmayan revizyonist ‘’Avrupa Komünizmi’’ çizgisinin, deyim yerinde ise, hiçbir hafifletici nedeni yoktu.
III. Enternasyonal’in faşizm çözümlemesinden hareketle türettiği ittifaklar politikası olağanüstü koşulların bir hatasıydı. Oysa Avrupa Komünizmi çizgisi, siyasi iktidarı işçi sınıfı adına baştan red- dederek ihanet sınırını geçmiştir.
Siyasi iktidarın fethinin başatlığını reddeden hiçbir siyasi yaklaşımın düzeni aşma ufku söz konusu olmazdı. Nihayetinde Avrupa Komünizmi ya da Yeni Sol yaklaşımların kapitalist/emperyalist düzene taze kan pompalamaktan başka bir işlevleri olmadı. Sosyalist sol içinde Truva atı rolü oynayan bu yapıların güncel versiyonları Syriza, Podemos ya da Sol Parti’nin de esin aldıkları revizyonist geleneklerden farklı davrandıkları ileri sürülemez.
Syriza’nın emekçi sınıflara karşı sınanmış ihaneti, Podemos ya da Sol Parti’nin sınanmayı bekleyen ihanetinin garantisidir!