Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Berlinli sendikacı Ali Erdoğmuş'tan zor zaman gözlemleri
Söyleşi: Osman Çutsay
Avrupa’nın “zengin mutfağı” kabul edilen Federal Alman-ya’daki son gelişmeler özellikle işçi sınıfı açısından daha zor zamanların kapıda olduğu gösteriyor. Uzun yıllar IG Metall (Metal İşçileri Sendikası) bünyesinde etkin mücadele veren Ali Erdoğmuş, emekçi katmanların örgütlenmeyi şu ana kadar olduğundan çok daha fazla ciddiye almaması halinde, yeni sınıfsal yıkımlar yaşanmasının şaşırtıcı olmayacağına dikkat çekenler arasında yer alıyor. Sağ popülist hareketin sendikal alandaki kıpırdanmalarının da yakın takibe alınması gerektiğini belirten Ali Erdoğmuş, sorularımızı yanıtladı.
- Uzun yıllar sendikal mücadele içinde bulundunuz. Avrupa’da sınıf mücadeleleri ve -en önemlisi- sendikal mücadele, ne durumda? Sendikaların artık bir etki alanı ya da anlamı var mı sizce gerçekten? Kaldı mı öyle bir alan?
ALİ ERDOĞMUŞ - Avrupa’da sınıf mücadelesi dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Temel olarak sınıfların var olduğu her yerde, sınıf mücadelesi, çelişkilerin keskinliği ve sınıfın örgütlülüğü oranında devam edecektir. Sendikal mücadele ve sendikal örgütlenme, sınıf mücadelesinden farklılık arz edecektir. Sendikalar, çalışanların ekonomik ve siyasi örgütlenmeleridir. Avrupa’da ve Almanya’da daha çok ekonomik yan ağır basarak, çalışanların ücret ve iş saatleri önemli pazarlık noktaları olarak öne çıkmaktadırlar. Sendikalar hâlâ önemli demokratik örgütlenmeler olarak Avrupa ve Almanya’da ciddi önem taşımaktadırlar. Sendikalar, doğru önderliklerle, ülkelerdeki antidemokratik gelişmelere, Almanya’da olduğu gibi ırkçılık ve ayrımcılığa karşı göçmenlerin sesi olabilirler. Geçmişte bunun sayısız örnekleri vardır. Yani sendikalar sadece çalışanların hak ve menfaatlerini patronlar kulübüne karşı savunmak açısından değil, ülkelerin demokratik yapısına, eşitlikler ve özgürlükler açısından verdikleri katkılardan dolayı da önemlidir ve gereklidir.
CILIZ SOSYALİSTLER VE KRİZ
- Avrupa ve Almanya’da işçi sınıfının kendi öz örgütüyle arasına mesafe koyduğu, açıkça sendikasızlığı tercih ettiği söylenemez mi 1980’lerden sonra, özellikle de Thatcher- Reagan-Kohl döneminde? Almanya gibi, Avrupa’nın en zengin ve hegemon ülkesinde bile reel gelirleri on yıllar içinde yerinde sayan ve kısmen de gerileyen işçi sınıfının sendikal mücadelesi, 2008’den beri bitmek bilmeyen sürekli krize rağmen, sizce sol-sosyalist bir siyasal önem taşıyor mu? Reel durumla sizin beklentileriniz arasındaki mesafe ne kadar açıldı?
ALİ ERDOĞMUŞ - Sendikalar bazı dönemlerde çalışanlar için cazibe merkezi olma özelliklerini kaybederler. Bu, olağan bir olay. Yani mücadele hep dümdüz bir çizgide ilerlemez, inişler ve çıkışlar şartlarla ilgilidir. 1980’li yıllarda dünya çapında neoliberalizmin saldırısı çok kuvvetli hissedilmiştir. Ama Almanya’da önemli bir farklılık görülür: Hıristiyan demokrat-liberal (CDU/CSU-FDP) iktidarına rağmen, 35 saatlik işgünü uygula-ması ve reel ücret taleplerinin başarıya ulaşması mümkün olmuş-tur. Esas olarak Metal İşçileri Sendikası’nın (IG Metall) çok iyi örgütlü olması, bu daldaki başarıları ile doğru orantılıdır. Burada bir şeyi önemle belirtmekte yarar var: Bölünmüş Almanya’da iki ayrı sistemin olması, sendikal mücadelede önemli bir olgudur. Kapitalist sistemin temsilcileri, emekçilerin sınıf örgütlenmelerini engellemek için böyle talepleri çelişkileri keskinleştirmeden karşılamak zorunda kalıyordu.
Kriz dönemleri emekçiler açısından arayış dönemleridir. Hiç kimse bulunduğu şartlardan daha kötü şartlarda hayatını devam ettirmek istemez. Böyle dönemlerde, hem sendikalar hem de çalışanlar problemleri en az tahribatla çözmek isterler. Dolayısıyla bu tür dönemlerde sosyalistler mücadeleyi keskinleştirmek isteseler dahi, sendikalar buna cesaret edemezler. Kapitalist sistemin temsilcileri, kriz dönemlerinde Marx’ı yeniden keşfederek
Kriz var, ama sendikalar güçsüz, sosyalistler cılız krizlerini çözmeye çalışmalarına rağmen, sistemin politik temsilcileri komünizm düşmanlığına devam ederler. Almanya’da ve genel olarak Avrupa’da sosyalist örgütlenmeler cılız olduğu için, kriz dönemlerinde önemli bir çözüm odağı olmaktan uzaktırlar.
SOSYALİST KAMPIN YOKLUĞU
- Sendikacılığın, özellikle sosyalist kampın ortadan kalkmasıyla Avru-pa’da tüm ağırlığını, hatta anlamını yitirdiğini ileri sürenler, sizce tamamen haksız mı? 1989 restorasyonu, Almanya’daki sendikal hareketi nasıl etkiledi? Öncesi ve sonrasını karşılaştırabilir misiniz?
ALİ ERDOĞMUŞ - Sosyalist kampın varlığı, hem sendikal mücade-le hem de örgütlenme ve sınıf ör-gütlenmesi açısından büyük önem teşkil ediyordu. Özellikle Alman-ya’da sendikalar, ekonomik örgütlülüklerinin yanı sıra siyasi olarak, özellikle silahlanmaya karşı barış mücadelesinin önemli bile-şenlerinden biriydi. Sendikalar içinde sınıf bilincini öne çıkartan kadroların önemli bir ağırlığı hissedilirdi. Bu da o günün sendikal yayınlarının içeriklerinde hemen fark edilirdi. Avrupa’da, Fransa ve İtalya’daki sendikal örgütlenmelerde sosyalistlerin önemli bir ağırlığı vardı. Sosyalist kampın yıkılması ile birlikte önemli değişiklikler oldu. Sendika yöneticileri bürolarındaki sosyalist şahsiyet-lerin resimlerini kaldırmakla işe başladılar, ilk önce onu yaptılar. Sonra da sendikal örgütlenmede sosyalist kadroları dışlamaya ve etkisiz hale getirmeye yöneldiler ve önemli başarılar elde ettiler. Sendikal örgütlenme gevşedi ve zayıfladı. Sendikalar en fazla üye kaybına bu dönemde uğradılar. Yayınlarda emek-sermaye çelişki- si ve sınıf kavramları birdenbire yok edildi. Sosyalist kamp bir denge unsuru ve kapitalist ülkelerdeki sendikal örgütlenme açısından önemli bir destekti.
FİNANS KAPİTALİZMİ
- Günümüz kapitalizmini “kumarhane kapitalizmi” veya finans kapitalizmi olarak tanımlayanlar çoğunlukta, özellikle medyada ve kendilerini muhalif sayan gazeteciler içinde... Haftalık çalışma süresinin radikal bir biçimde geriletilmesi, gerçekten de finans kapitalizmini geriletir mi? Yoksa bu tür yaklaşımları, etiketleri fazla mı kolaycı buluyorsunuz?
ALİ ERDOĞMUŞ - Finans kapitalizmini iş saatlerinin düşürülmesi geriletmez, hatta oynak iş saatleri sistem açısından daha kârlıdır. Ancak iş saatlerinin azaltılması, çalışanlara iş hayatı dışında önemli bir zaman dilimi kazandırabilir, çalışanların aileleri ve çocukları ile daha fazla birlikte olma ve sosyal hayata katılma imkanları fazlalaşır. İş saatlerinin düşürülmesi, doğru bir strateji ile daha fazla insana iş imkânı sağlar. Ayrıca alternatif iş alanlarının açılması talebi patronları daha fazla yatırım yapmaya da zorlayabilir. Uzun vadede doğru politikalarla bölüşüm ilişkileri iyileştirilebilir. Fakat sadece iş saatlerinin düşürülmesi finans kapitalizmi gerileten sihirli bir değnek değildir.
- Gözlemlerinizi almak isteriz: En gelişkin ülkesinde bizzat tanıdığınız ve bünyesinde sendikal mücadele verdiğiniz Avrupa/Alman kapitalizmi, sendikal direnci kırmak için sadece neoliberal özelleştirme şiddetini kullanmakla mı yetindi, yoksa yaşlı kıtadaki sosyalizme yönelik sınıf hareketinin belini “sol liberalizm” ile mi kırdı? Yani saf
kapitalist bir atağı sol bir yanılsama yaratmak için kullanabildi mi? Burada birbirini dışlayan bir ikilem mi, yoksa Siyamlı ikizler kaderi mi var? Nasıl görüyorsunuz?
ALİ ERDOĞMUŞ - Karşıtlar arasındaki denge güce bağlıdır, bu dengenin değişmesi de güçler arasındaki mücadeleye bağlıdır. Sermaye sahipleri, kârlarını yükseltmek için daha fazla sömürmek zorundalar, bunun için ucuz işgücü, uzun çalışma saatleri ve pazarlığın olmadığı, yani sendikal örgütlenmenin olmadığı bir dünya gereklidir. Almanya ve Avrupa sosyalist sistemin dağılmasından sonra, yukarıdaki şartların yerine getirilmesi için, ilk önce üretim malzemelerini ve yerlerini, kârlarına en uygun ülkelere taşıdılar (“Verlagerung”). Sendikal direnci kırmak için özellikle Almanya’da iş yasalarında önemli değişikliklere gidildi ve taşeronluk meşru hale getirildi. Aynı fabrikada çalışan işçiler arasında farklılıklar yaratıldı: Hem ücretler bazında hem de daimi kadrolu ve kadrosuz işçiler olarak eşitsizlik had safhaya çıkartıldı. İşte bu şartlar, yeterli muhalefet örgütlemeyen sendikalara büyük güç kaybettirdi. Burada sol liberallerin önemli roller oynadıkları aşikâr. Onun için yedek lastik görevi yapan “sol” sosyal demokratların yaşlı kıtayı getirdiği durum ortada. Avrupa ve Almanya’da sendikalar sosyal demokratların arka bahçesi olarak görülüyordu. Tüm olgular yan yana konduğu zaman, özelleştirmenin elbette sendikal mücadeleye önemli olumsuzlukta bir etki yaptığı hemen görülmektedir.
SAĞ POPÜLİZM VE SENDİKALAR
- Stuttgart’taki Daimler ve Mercedes fabrikalarında işçilerin açıkça sağ popülist, hatta faşist adayları tercih ettiğini gözledik son dönemde. Yerleşik medya bile bunu büyük bir endişeyle saptadı. AfD’nin temsil ettiği genel hattın, sendikal harekette yeni ve daha gerici bir çıkışın habercisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa böyle bir vurgu için henüz çok mu erken? Faşist hareketin güncel versiyonu “sağ popülizm”, çalışan sınıfları ve sendikal hareketi bu kriz döneminde rahat bırakır mı?
ALİ ERDOĞMUŞ - Almanya’daki sendikal örgütlenme, başka ülkelerin pratiklerinden farklılık gösteriyor. İşyerlerindeki işyeri işçi temsilciliği tamamen İşyeri Teşkilat Yasası temelinde oluşmaktadır. Stuttgart’taki Mercedes fabrikalarında ortaya çıkan ırkçı ve ayrımcı bir grubun işyeri işçi temsilciliğine adaylıkları, bu yasa boşluğunun bir sonucudur, ondan faydalandılar.Tabii ki çalışanlar ve sendikalar açısından kötü bir durum. Ancak 50 işçinin imzası ile aday listesi çıkarabilme imkânına sahipler. Hıris-tiyan demokrat-liberal (CDU/CSU-FDP) koalisyon hükümetlerinin İşyeri Teşkilat Yasası’nı değiştirmeleri bugün önümüze problem olarak gelmiş bulunuyor.
Sağ popülist parti ve politikalar elbette sendikalar içinde de örgütlenme çabasına gireceklerdir, oralarda taban bulma şartlarını, ırkçılık-ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı temelinde sürdüreceklerdir. Bu tehlike her zaman olduğundan daha fazla bugün önem arz etmektedir. Onun için sendikalara günümüzde önemli bir görev düşmekte: Örgütlü olduğumuz her yerde faşizme karşı, barış, kardeşlik, birlik ve eşitlik şiarlarını daha fazla yükseltmeliyiz. Demokratik örgütlenmeye daha fazla önem vermeliyiz.