top of page

Göçün çocukları

Sebahat Kalkan

Almanya uzun zamandır düğüm düğüm olmuş bir yumağı çözmeye çalışıyor. “Entegrasyon”. 

Dördüncü neslin de dahil edildiği, yapılan tüm çalışmalara ve harcanan onca paraya rağmen bir türlü hedefi bulunamayan bir olgu. Alman devletinin doktoruyla, sağlık personeliyle, sosyal hizmet uzmanıyla, psikolog ve pedagoğuyla birlikte bin türlü uygulama biçimi üretilip, bir türlü çözülemeyen ve yakın gelecekte de çözülmesi mümkün görünmeyen bir durum göç insanlarının durumu. 

Emperyalizmin daha çok kazanmak için yarattığı savaşların ve ekonomik krizlerin neredeyse doğal sonucu olan göçten en çok yara alanlar yine çocuklar oluyor. Ekonomik göçün temsilcileri “dördüncü nesil” uyum sağlama çalışmalarının odağıyken, bir de savaş göçünün çocukları kocaman bir sorunlar yumağı olarak Almanya’nın eğitim, gençlik ve uyumdan sorumlu bakanlıklarının önünde. 

Bu manzara, kabaca baktığımızda, göç almış gelişmiş kapitalist bir ükenin göçmen sorunlarıyla baş etmeye çalışırken işinin ne denli zor olduğu gibi bir görüntü verebilir bizlere. Bu, madalyonun görünen yüzü! Hayır, bu çocuklar hiç kimsenin umurunda değil! Başta bakanlık yetkilileri ile sosyal çalışmacılar, pedagoglar, eğitmenler ve öğretmenler olmak üzere herkesin bildiği bir gerçek var: Bu çocuklar hiçbir işe yaramayacaklar, aydınlık bir gelecekleri, refah içinde bir yaşamları olmayacak. Bu toplumla uyumlaşsınlar diye çalışan herkesin bildiği bir gerçek: “Bu çocuklar devletin gözünden çıkarılmış, envanterden düşülmüş insan oğulları ve kızları.” Suç dosyalarında yer alacak, en iyimser tahminle ucuz ve kalifiye olmayan işgücü olarak kapitalist piyasa düzeninin çarkları içinde yok olup gidecekler. Bundan haberdar olmayan tek grup ise aileler. Göçmen nüfusunun yoğun ve ekonomik gelir düzeyinin son derece düşük olduğu mahallelerin eğitim kurumlarının istatiksel verileri, o kurumların yetkililerini bile şaşırtacak sonuçlar veriyor. Yoksulluk eğitime çelme takıyor, eğitimsizlik yoksulluğa davetiye çıkarıyor! 

Kör nokta dedikleri şey “kapitalist sistemin” ta kendisi. Kendi istatiksel verileri, bunu gözlerine sokuyor. 

Almanya’nın Bremen eyaletinde bakan-lık tarafından yapılan araştırmaların 16 ayrı yerleşim yerinden toplanan veriler, Alman çocukları ile göçmen çocuklarının okullaşma ve üst sınıflara gitme oranlarının farklılığı (liseye ve üniversite girişi için gerekli olan seviyedeki sınıfa), entegrasyon uygulamalarının nasıl da masaldan ibaret, kimi kurumların elinde Avrupa Birliği fon-larından nemalanmak için oyuncak olduğunu gösteriyor. Göçmen ve yoksul nüfusun yoğun yaşadığı mahallede lise düzeyine erişme yüzde 0,0 iken, aynı eyaletin gelir düzeyinin ortalama olduğu ve Alman nüfusun yoğun yaşadığı mahallede bu oran yüzde 31,8. 

Aradaki farkı görünce şaşkınlıktan düşen çenemizi toplayamadan başka bir gerçekle karşılaşıyoruz: Yoksul göçmen çocukla-rının okul öncesi eğitime başlama yaşı 4-5 yaşı bulurken, ortalama gelir düzeyine sahip Alman ailelerinin çocuklarında bu 1,5-2 yaşa kadar düşüyor. 4 yıllık ilk-okul eğitiminden sonra çeşitli sınıflara ayrılan çocuklar pedagojik hesaplara göre “daha yüksek eğitime” hazırlanıyorlar, dokuz yıllık temel eğitim okullarının (Hauptschule) bir bölümü de olan bu sınıflardan yüksek öğrenime devam eden çok az. Üniversiteyi bir kenara bırakalım, 9’uncu sınıfı başarıyla bitirebilenlerin sayısı, kayıtlara giremeyecek kadar düşük. Oysa bu okuldan mezun olamayanların çıraklık yapacak bir işyeri bulması bile imkânsız. En üst gelir düzeyi grubundan ise henüz söz etmiyoruz. 

Göçmen çocuklarının eğitimde başarıya ulaşmalarının önündeki engeli dil öğrenmemeye bağlayanlar işin kolayına kaçan politikacılar ve yetkililerdir. Eğitimde başarıya ulaşamıyorlar, dil öğrenemiyorlar; dili öğrenemiyorlar, çünkü Alman toplumundan yalıtılmış mahallelerde, binalarda yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Alman çocuklarının neredeyse hiç olmadığı okullarda, kreşlerde eğitim görüyorlar. Göçmen ailelerin, Alman nüfusunun yoğun yaşadı-ğı mahallelerde ev bulma zorluğu nedeniyle yalıtılmış mahallelerin okullarında, kreşlerinde eğitim alan göçmen çocukların Almanca öğrenme olanağı bu koşullarla doğru orantılıdır. 

Bremen eyaletinin Çocuk ve Eğitim Ba-kanlığı’nın 2009 ve 2016 yılları “Göçmen Olanlar ve Olmayanların Okul Bitirme Oranları”na baktığımızda, 2009’da diploma almadan bir okuldan çıkan göçmenler yüzde 9,1 iken, 2016’da yüzde 10,6’ya yükselmis. Göçmen olmayanlarda bu durum 2009’da yüzde 5 iken, 2016’da yüzde 4,6’ya düşmüş. 

Diğer taraftan göçmenlerde ortalama bir okul bitirenler 2009’da yüzde 39,7 iken, 2016’da bu oran yüzde 32,9’a düşmüş. Söz konusu oran göçmen olmayanlarda da düşmüş, ancak bir farkla: Lise ve üniversi-teye giriş sınıfına erişenler, 2016 verilerine göre, göçmenlerde yüzde 27,5 iken, göçmen olmayanlarda yüzde 49,1. Yani göçmen çocukların düşe kalka, kâh anadilini terk ederek, kâh ailesine yabancılaşarak elde edebildiği oran yüzde 27,1. 

Aslında tablo bize karmaşık sayılardan çok, kapitalizmin insanın geleceğini doğu-mundan itibaren nasıl biçimlendirip kararttığını gösteriyor. Kapitalizmin ve “dua etsinler, Almanya gibi bir ülkede eğitim görme şansına sahipler” diyen nobran eğitmenlerin ve öğretmenlerin elbirliği ile sönüp gidiyor yoksul göçmen çocukların akılları ve hayatları. 

Kapitalizm çocuklarımızı da yoksul olanlar ve olmayanlar diye ayırıyor; kapitalizm çocuklarımıza işimize çok yarayacaklar ve hiç yaramayacaklar olarak değer biçiyor. 

Savaşların, ekonomik krizlerin ve bunların doğal sonucu “göçün olmadığı” bir dünya, ancak sosyalizmle mümkün. Bütün çocuklara devletlerin tüm olanaklarından eşitçe yararlanarak gönüllerince gelişip büyüyecekleri bir yaşam sunan, denenmiş ve başarıya ulaşmış tek sistem sosya-lizmdir. Tekrar denenip, tekrar başarıya ulaşılacaktır, çocukların ve insanlığın yüzü gülsün diye… 

gocun cocuklari tablo 1.jpg
bottom of page