top of page

Söz konusu kârsa,

duvardan bile ilaç yaratılır! 

Elçin Solmaz

Yazının girişinden de anlaşılabileceği gibi, alternatif tıbbı tartışmaya öncelikle bilimdışı olduğunu kabul ederek başlıyoruz. Bu yazıda alternatif tıbbın neden bilimdışı olduğu tartışılmayacak; ama bilimsellik ilkesinden geri atılacak herhangi bir adımın insan sağlığı ile oynanmasına göz yummak anlamına geldiğini söyleyelim. 

Bugün tüm dünyada alternatif tıp uygulamalarının pazar büyüklüğü 100 milyar doların üzerinde ve bu pazarda başı çeken ülke Almanya. Sokaklar homeopati, osteopati ofisleri ile dolu, yürürken başınızı kaldırıp bir göz atsanız birkaç apartmanda bir tabelalarını görmeniz işten bile değil. Homeopatlar en işlek caddelerde çalışıyor, mesleki derneklerinin (bir nevi homeopat loncası denebilir) yedi bin üyesi var. Heilpraktikerlerin (şifacılar) sayısı kırk beş bine yakın. Kanser, romatolojik hastalıklar ve diğer kronik hastalıkların tedavisi için Alman homeopatları, kürcüleri, biyoelektrikçilerine umutlarını ve binlerce euro parasını yatıran bir sürü insan var. Sigortalar alternatif tıp uygulamalarını geri ödeme kapsamına alıyor. 

Peki herhangi bir ilacın, ağrı kesicinin bile reçetesiz satılmadığı bir ülkede alternatif tıp kendine nasıl bu kadar geniş ve meşru bir yer bulabiliyor? Büyük araştırma enstitüleri, iddialı üniversiteleri, laboratuvarlarıyla Avrupa’da bilim ve teknoloji üretiminin bir numarası Almanya hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan bu safsatalara nasıl izin veriyor? Aslında yanıtı kapitalizmin çelişkilerle dolu doğasında. 

HOMEOPATİNİN DOĞUM YERİ ALMANYA 

Dünyanın en eski ve en popüler alternatif tıp klinikleri Almanya’da. Alternatif tıp “uzman”ları kendilerine bu olanağı sağlayan 1939’dan kalma yasalarıyla gurur duyuyor. Fakat alternatif tıbbın bugünkü yaygınlığı sadece bununla açıklanamaz, bugünkü popülerliğin tarihsel kaynakları da var. Bu tarih, bilimin ve sağlıkta olan bitenin toplumsal düzenden izole düşünülemeyeceğini de gösteriyor. 

Geleneksel tedavilerin ve hastalıkların birtakım batıl inanışlara, ilahi güçlere bağlanmasının, bilimin doğayı anlamakta henüz yeterli olmadığı zamanlarda yaygın olması anlaşılabilir bir olgu. Homeopati ise 200 yıl önce “keşfediliyor”. Homeopatinin, bitkisel tedavilerin, şifalı suların ve diğer alternatif yöntemlerin kurumsallaşması 19’uncu yüzyılda ortaya çıkıyor, Alman burjuvazisinin gelişimine paralel bir süreç olarak ilerliyor. Daha sonra patoloji bilimnin gelişimi, hastalıklar esnasında hücresel düzeyde olup bitenlerin anlaşılması, enfeksiyonların, salgın hastalıkların önüne antibiyotikler sayesinde geçilebilmesi, bilimsel tıbba olan güveni artırıyor ve alternatiflere olan ilgi olması gerektiği gibi azalıyor. 

“TIPTA NASYONAL SOSYALİST DEVRİM” 

Faşizm, gericilik ve bilimsel-sorgulayıcı düşünme karşıtlığı ekseninde alternatif tıbbın etkisinin tekrar güçlenmesi Nazi döneminde mümkün oluyor. 

Kürler, şifalı karışımlar vb. yöntemleri yaygınlaştıranların ve özellikle homeopatinin kurucusunun Alman olmasından dolayı Nazilerin alternatif tıbba ayrı bir önem verdikleri biliniyor. 1930’lu yıllarda, tıbbın çok mekanikleştiği, geleneksel özlerine dönmesi gerektiği, doğal şifacıların desteklenmesi gerektiğinden söz ediliyor. Üniversitelerde homeopati kürsülerinin kurulmasına başlanıyor ve 1936’da Berlin Tıpta Uzmanlık Akademisi homeopati kursları açıyor. Alternatif tıpçılar görülmemiş destekle tüm Almanya’ya yayılmaya başlıyorlar. Alternatif tıp ile “üstün sağlıklı üstün ırk” tezlerinin bağları kurulmaya çalışılıyor. 

Alman alternatif tıbbının güzellenmesinin bir anlamı daha var aslında: On dokuzuncu yüzyılda hem patoloji çalışmalarıyla hastalıklara materyalist bakışın, hem de bireylerin içinde bulundukları çevresel, toplumsal koşulların sağlık durumlarındaki belirleyici rolünü ortaya koyarak toplumcu sağlık yaklaşımının geliştirilmesini sağlayan -Alman- Dr. Rudolf Virchow’un bilimsel öncülüğüne bir reddiye bu. Milliyetçiliğin ne kadar temelsiz bir ideoloji olduğunun tıp alanından bir göstergesi bir yandan da. 

ANTİKOMÜNİZM ALTERNATİF TIBBI ISKALAMAMIŞ 

Hitler’in Üçüncü Reich’ının bakiyesi Almanya’da kıyıda köşede bir yerlerde bu şifacıların bulunmaya hep devam etmesi olsa da, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda, sosyalizmin Almanya’sı bu açıdan da farkını ortaya koyuyor. Doğu Almanya’da alternatif tıbba karşı net bir duruş söz konusu. 50’li yıllarda bir bölümü Batı’ya iltica etmiş şifacıların ardından, Doğu’da tek tük birkaç dükkan ve ofis kalıyor. 1958’de Charité’de alternatif tıpa karşı çıkan bir deklarasyon yayınlanıyor. Doğa bilimlerinde materyalist yaklaşım ilkesi, homeopatları şarlatan ilan ediyor. Berlin Duvarı’nın inşasıyla birlikte 1960 ve 70’li yıllarda Doğu Almanya Cumhuriyeti’nde alternatif tıp yasaklanarak sağlık hizmetlerinden ve tıp eğitiminden büyük ölçüde tasfiye ediliyor. Bu tarihsel izlekte alternatif tıbbın sahneye tekrar çıkışının Batı Almanya’da 1970’lere rastlaması da tesadüf değil. 

Ve Nisan 1990’da, resmi olarak Doğu Almanya’nın ortadan kalkmasına birkaç ay kala, çözülmüş sosyalizmin bilinçte, ideolojide, hayatta yarattığı çürümenin üzerinde bir “alternatif tıp buluşması” yapılıyor. Kabuklarına çekilmiş homeopatlar “otuz yıl aradan sonra” tekrar bir araya gelip, “tarihsel kökenlerine uzanıyorlar”. Nerede mi? Erfurt’taki Agustiner Manastırı’nda! 

Acısı hâlâ çıkmamış olsa gerek ki, homeopatların yeni ürünü Berlin Duvarı çözeltisi. Latincesini bile uydurmuşlar, Murus Berlinensis. Şaka değil, tarifine göre şu kadar kez sulandırılmış Berlin Duvarı kalıntısı, depresyona iyi geldiği söyleniyor. Gerçi bir İngiliz homeopati şirketinin sivri zekâsının ürünü; ama duvar kalıntısı diye Berlin’de hediyelik eşya dükkanlarında tanesi on, on beş euroya satılan boyalı taşlardan sonra çok daha fiyakalı. 

LİBERALİZMİN AÇIK KAPISINDAN GİREN GERİCİLİK

 

Alternatif tıbbın günümüzde hâlâ geçerliliği olmasının sebeplerden biri de özellikle son 30 yılda eleştirel, bilimsel düşünme kültürünün yitirilmiş olması. Teknolojinin her alanında söz sahibi olan innovasyon devi Almanya’da, dünyanın geri kalanında olduğu gibi doğaya materyalist bakmanın eğitimin, kültürün, günlük hayatın pusulası olmaktan çıkmış olması. Yoksa “gönül gözüyle anlama, sihirli ellerin sihirli dokunuşlarıyla iyileştirme vb.” saçmalıkların bu kadar tutması mümkün olur muydu? Liberalizmin kültür çeşitliliği, çokkültürlülük, bireysel tercihlere hoşgörü diye açtığı kapıdan içeri gericilik, aşı karşıtlığı, doğal şifalar birer birer girdi. Girmeye devam ediyor. 

Elbette sağlığın kamusallıktan çıkmasının da alternatif tıbbın kendine bu kadar yol bulmasında payı var. Yedi bin üyeli homeopatlar loncasının web sitesinde “Homeopati bireysel tıptır” sloganı yazıyor. Avrupa sağlık reformları ile tıbbın piyasanın insafına bırakılmasının, hizmetlerin bir pazar unsuru, ilaçların kişiye özel bir tüketim kalemi haline getirilmesinin bir yansıması bu. Homeopatlar loncası başkanı Cornelia Bajic, 2017’de haftalık Die Zeit gazetesine verdiği röportajda pişkinlikle diyor ki: “Homeopati şifa sözü vermez; ama tekrar hastalanırsanız tekrar tedavi edebiliriz”. Niyet ortada. Evini satıp kanser tedavisi için alternatif tıp kliniklerine başvuranlar, sağlıklarını ve umutlarını bu tacirlere teslim etmiş oluyorlar. 

Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç şu: Kapitalizm bu saçmalıklarla gayet barışık. Bu düzen tüm kurumlarıyla bilim ve uydurmayı yan yana getirebilecek beceriklilikte. Almanya’da, Türkiye’de ve başka ülkelerde, alternatif tıp duvardan ilaç yaratmaya utanmadan devam edecek… 

Düzenin alternatifi, alternatif tıbbı da çöpe atana dek. 

BOŞ VE BÜYÜK BİR PAZAR​

Türkiye’de de ve bu konuda Almanya’nın izinden giden “girişimci”ler mevcut. Başkan homeopat Bajic’in rahatlığından ilham aldı mı bilmiyoruz; ama birkaç yıl önce Girişimci Eczacılar Derneği üyesi bir eczacının ağzından şunlar duyulabiliyordu: “Mesleğimizin içinde bulunduğu durum hepinizce malum. Bu şartlarda ayakta kalabilmek için nakit girişini artıracak yollar bulmalıyız. Bunlardan biri de Homeopati. Ülkemizde henüz legal değil ama AB’ye giriş için imzalanan uyum sözleşmelerinde homeopatiden de sözedildiği için çok kısa bir süre sonra yasallaşacağını düşünüyoruz. Türkiye bu alanda boş ve büyük bir pazar olduğundan, homeopatik ilaç üreticilerinin de gözleri üzerimizde…” 

Beklediği gün geldi, artık alternatif tedaviler Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de SGK tarafından karşılanacak. Bu, şu demek: Türkiye işçi sınıfının ürettiği değerin bir bölümü bundan sonra bu safsatanın finansmanına gidecek. Sadece safsata da değil, halkın sağlığını tehdit eden uygulamalar halkın cebinden karşılanacak. 

ALTERNATİF TIP UYGULAMALARI KANSERDEN TEHLİKELİ

Alternatif tıp her ne kadar bireyin onamı da olsa insan sağlığına, bedenine bir müdahale, ve denetimin ihmal edilmesi kabul edilemez. Bu, kamuya karşı da bir suç oluşturur. Fakat artık zemin öyle kaygan ki, kamu dahil bütün kavramlar sorgulanabilir hale geldi. 

Düsseldorflu şifacı Klaus Ross, 2016’da üç kanserli hastanın ölümüne sebep olması ile gündeme geldi. 10 bin euroluk bitkisel tedavi paketleri ile kliniğine gelen kanser hastalarını iyi ettiğini iddia eden Ross’un üç hastası, bu tedaviler verildikten sonra benzer şikayetlerle arka arkaya yaşamlarını yitirdi. Bölge idaresi Ross’un kliniğin çalışmasına yasak getirdi. Düsseldorf merkezli Rheinische Post gazetesinin haberine göre 2017’ye gelindiğinde yerel idare mahkemesi yasağı kaldırmıştı. Böyle bir vakayı yerel mahkemenin tasarrufuna bırakan Alman devletinin bıraktığı boşluklar ise Ross’un mahkeme kararında açıkça görünüyor: “Doktorlardaki durumun tersine, şifacıların mesleki denetlenmesi için bir yasal gerekçe bulunmuyor.” 

Altın yumurtlayan tavuğu niye denetlesinler ki! 

Kaynaklar: 

Robert N. Proctor, Racial hygiene: Medicine under the Nazis, 2002. 

Homöopathie in der DDR: Ausstellung der Europäischen Bibliothek für Homöopathie, 2012. 

bottom of page