top of page

Solda olasılıklar ve olanaklar

Aydemir Güler

Karşılaştırmalı olarak gidelim bu başlığın üzerine… Karşılaştırmayı geçmişle bugün arasında yapacağım. Tabii çok da gerilere gitmeden. 

AKP’nin ikinci döneminin ilk seçimi 2011’di. Öncesinde “eski rejim” ayak diretiyordu. Genelkurmay başkanıyla kapalı kapılar ardında bir uzlaşmayla veya teslimiyetle son bulan itiş kakışa “direniş” adını vermekten kaçınalım. Tabii ki Cumhuriyet mitinglerini hafife almayalım, ama imamların kozmik odaya ellerini kollarını sallayarak girmeleri, Ergenekon safsatasının aslında hayli kaba bir senaryo olması karşısında işin özünü görmek gerekir: 1923’ün tasfiyesinde düzen hayli geniş bir mutabakatla hareket etmiştir. Bu mutabakat basbayağı sınıfsaldır. Sermaye düzeni Cumhuriyeti istemiyordu. 

2011 bu anlamda yeni dönemin ilk seçimidir. Türkiye Komünist Partisi o güne kadar “felaketin eşiği” saptamasını yaparken, o momentte direncin kırıldığını ve Birinci Cumhuriyet’in geri dönüşsüz biçimde yıkıldığını ilan etti. 

Peki yıkım sırasında sol neredeydi, ne yapıyordu, nasıl algılanıyordu? 

SOL SINIFTA KALDI 

2002-2010 döneminde solda ana akım hareketler, Birinci Cumhuriyet karşıtı mutabakatın parçası olmuştur. Bunun dışında duran kesimler az buz değildi. 12 Eylül 2010 referandumunda kimi eklerle birlikte TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri’nin ortaklaşa “hayır” tutumu alması ciddi bir mevziydi. Ancak sayılan yapıların Türkiye solunun nicel hacminin yarısından çok fazlasını dolduruyor olması, bir veri olmakla birlikte, ortaklığın iç dokusundaki seyreklik ve zayıflıkların da katkısıyla “genel olarak sol”un AKP karşıdevrimi önünde sınıfta kaldığını ve/veya ihanete imza attığını söylemek durumundayız. 

İkinci olarak; 2011 seçimlerinde şöyle bir tablo şekillenecekti: “Sosyalist olmak için bir işçi sınıfı partisinde yoğunlaşmak gerekmiyordu. CHP’de, HDP’de, TKP’de ve bunların yanı sıra iki arada bir derede konumlanarak sosyalistlik yapılabilirdi.” 

Meclis’ten sokağa uzanan bu görüntü, diğer akımları rahatsız etmeyebilir. Ancak “parti odaklı” olması tanımından ileri gelen Marksist-Leninistler için bu vahim bir durumdu. Sosyalizm mücadelesinin bir partide odaklanması gerektiği yolundaki Leninist yaklaşım 2011 seçimlerinde oluşan parlamento içi ve dışı sol tablo tarafından resmen yadsınıyordu! 

Nitekim bu kırılmadan sonra sosyalist kabul edilen sol, CHP ve HDP seçeneklerine, yani biri eski diğeri yeni sosyal demokrasiye kayarken, TKP bu gelişmeye direndi. Tartışmanın politik özü, solun AKP’nin yeni İslamcı düzenini bir veri olarak kabul edip etmeyeceği hakkındaydı. Birinci Cumhuriyet’in yıkıldığını dürüstlükle saptayan TKP, bunun yerine yeni bir statükonun yerleşemeyeceğini, yıkımı krizin izleyeceğini ekliyordu. Solun diğer kesimleri ise giderek AKP’nin Yeni Türkiye’sinin sosyalist muhalefeti olmayı gözlerine kestirdiler. Bu geri çekiliş, söz konusu kritik kavşakta şekillenebilecek devrimci olanaklara gözlerini kapamak anlamına geliyordu. Zaten şeriatçı faşizmin faydaları üstünden sosyalist bir muhalefet olmayı düşünmek derin bir yozlaşma ve yeniklikti. 

Yanıldılar. İzleyen dört yıllık periyodun tam ortasına Gezi/Haziran direnişi oturdu. Başka şeyler bir yana, 2013 Haziran’ı TKP’nin kriz perspektifini teyit etmiştir. 

HAZİRAN VE SOLUMSULAR 

“İkinci Cumhuriyet sosyalizmi” Haziran direnişindeki ay yıldızlı bayrağa, laiklik savunusuna burun kıvırdı, mesafesini açtı ve kendiliğinden halk hareketinde liberal ve radikal demokrasi izleri aramaya koyuldu. Pratik ve somut olarak Haziran direnişi Kürt sorununda “çözüm sürecine” ters düşüyordu. HDP’nin söz konusu momentte Gezi’de (meşru, yani seçim kazanmış AKP hükümetine karşı) darbecilik kokusu alması, diğer solun “park forumlarına” kapanması rastlantı değildir. Bu solumsu kalabalık ertesi yıl CHP’nin gösterdiği sağcı belediye adayları dolayısıyla Gezi’yi hatırladı: Bas-geç! 

2015 seçimlerine kadar çözüm süreci Türkiye siyasetine damga vuracaktı. AKP’nin Cumhuriyeti tasfiyesinin en işlevsel kamuflaj malzemesidir Kürt politikası… 

Aynı yıl “süreç” tıkanırken başka bir süreç tamamlanıyor ve AKP Haziran direnişinin intikamını soldan ağır biçimde almış oluyordu: Tasfiye! 

1 Kasım 2015 seçiminin öncesinde, yürütme erki anlamında tamamen işlevsiz seçim hükümetine HDP’nin girmesi bugün liberal ve Kürtçü yorumcular tarafından unutturulmak isteniyor. Oysa o kısa süreli hükümete iki Alevi temsilcinin bakan olarak verilmesi, bununla da yetinmeyip bir sosyalist parti liderine de bakanlık baskısı yapılması, ne rastlantıdır ne de basit bir hata. AKP’nin bombalarla terbiye etmekte olduğu HDP bu yolla Alevi dinamiğini ve sosyalist birikimi kurutmaya soyunmuştur. HDP tıkanan barış sürecini daha radikal müttefiklerinin kellesini AKP’ye ikram ederek açmayı denemiştir. 

SOSYALİZM MÜCADELESİNİN İÇ ÖRGÜSÜ 

2018 seçimlerinde HDP’nin TKP hariç solun neredeyse tamamını kapsaması tasfiyenin geldiği noktayı gösteriyor. Bu öyle bir noktadır ki, HDP’nin Meclis’e taşıdığı sosyalistler önceki seçim kampanyalarından da farklı olarak solculuk namına herhangi bir şey yapamamış, yapmamışlardır. Yapılamazdı, çünkü HDP’nin seçim politikası “barajı geçemezsek AKP çoğunluk olacak” tezinden ibaretti. Sonuçta HDP barajı geçti ve AKP (MHP sayesinde, ama o olmasa başka kaynaklardan kolaylıkla doldurulacak bir sayısal denklemle) çoğunluk oldu! 

Bunu geçelim; “barajı geçemezsek…” söyleminde herhangi bir sol içerik yoktur. HDP’nin 2011 seçim pratiğinin çıktısı “sosyalistlik -sosyalist olmayan- HDP’de de icra edilebilir” idi. 2018’de HDP’de sosyalistlik yapmanın zamanının olmadığı, bu tür arayışların faydasızlığı sonucuna varılmıştır! Ama sosyalistlerin yerinin HDP olduğu varsayılmaya devam edilir… 

Atlamayalım; CHP’de ise sol kalmadı. 2018 CHP’nin içinde “hiç” sosyalist barındırmadığı nadir momentlerden biridir. 

Yedi yıl önce başka çatılarda sosyalistlerin varlığının meşru olduğu bir kamuoyu algısı vardı. Bugün TKP dışında sosyalizm kafasını kuma gömmüştür. İki cami arasında binamaz olanları geçiyorum. Bu durumda sosyalizm mücadelesinin yakından ve derinlemesine değerlendirilmesi TKP’nin değerlendirilmesiyle bir ve aynı şey olmaktadır. 

Ara başlıktaki iç örgü üç düzleme ayrıştırılabilir: Bir, örgütsel. İki, siyasal. Üç, toplumsal. 

TKP bağımsız adaylarla katılabildiği 24 Haziran’ın tek “Parti”sidir. Parti, daha önce dile getirildiği gibi, öncelikle taraf olmaktır. Bütünlüklü, tutarlı bir görüşünüz yoksa, amiyane tabirle her kafadan ayrı ses çıkmasını “çok seslilik”, renklilik diye yutturuyorsanız, parti olamazsınız. Genel olarak olunamaz, ama sol, sosyalist bir parti asla olunamaz. 

SİYASAL BENZERSİZLİK 

TKP’nin örgütsel düzleminin ele alınmasına buradan başlanmalıdır. Bu zeminde TKP, çok az oy aldığı seçim öncesinde (ve sonrasında da) en görünür örgütsel çalışmayı yürüttü. Burada başka aktörlerin tercihlerinin sağladığı göreliliği ihmal etmeyelim elbette. CHP tek bir isim üstünden çalışma yürüttü; HDP ise çalışma yürütmedi! Örgütsel düzlemde eksiklik, verimsizlikler olabilir ve vardır, ama bunlar TKP’nin mutfağını ilgilendirir. 

Siyasal düzlemde TKP benzersizdir. Laikliğin tasfiyesini sorun mu sayıyorsunuz? 

İmam Hatipler kapatılacak. AKP dünyayla itişip kakışıyor mu? Emperyalizmle tüm ilişkiler kesilecek. Kriz mi geliyor? İşten çıkartmalar yasaklanacak. OHAL, darbe? Tarikatlar kapatılacak… Bu siyasal hat Türkiye’nin en gündelik sayılan sorunlarının dahi biricik çözümünün sosyalizm programında gizli olduğu anlamına gelmektedir. Ama burada bundan daha önemlisi şu ki, TKP’nin “sözü” Türkiye’nin tartışmasız en gür ve temiz sözüdür. Üstelik etkilidir de. 

Görmezden, duymazdan gelinmeye çalışılsa da TKP’nin varlığı Birinci Cumhuriyet yanılsamaları ve İkinci Cumhuriyet tasfiyeciliğinin dışında devrimci bir yol haritasının mümkün olduğunun canlı kanıtıdır. Eksiği, gediği yok mudur? Elbette her zaman daha iyisi üretilebilir ve devrimci bir komünistler örgütü elindekiyle tatmin olmayı aklından bile geçirmez. Ama ana doğrultusu itibariyle TKP siyasal düzlemde rakipsizdir. 

Toplumsal düzleme ise TKP’nin gölgesi bile düşmemektedir! 

Örgütsel ve siyasal olan ile toplumsal olan arasındaki şiddetli çelişki yalnızca TKP’nin değil, Türkiye’nin sorunu. Bu çelişki daraltılmadıkça, sosyalizm mücadelesinin toplumsal karşılığı genişlemedikçe Türkiye’nin düğümü çözülemez. Türkiye kamuoyu doğru ile haklı ikilemi karşısında “doğrudan bana ne” demektedir. Türkiye tarihinin en örgütsüz dönemlerinden birinden geçmektedir. Siyaset ve örgüt düzlemlerindeki bu genel çürüme toplumsal ortamı statik hale getirmekte, sermaye diktatörlüğü bu sayede varlığını sürdürmektedir. 

SINIF TEMELİ YOKSA... 

Solun toplumsal karşılığının yeniden oluşmasının yolu, işçi sınıfından başka yerden geçemez. Türkiye’de solun sınıf kavramından uzaklaşmasının tarihi uzun ve TKP dışındaki bütün solun ortak paydası, işte bu yanlış. Sol bir zamanların “proletarya öldü” tezini sanki paylaşmaktadır. Ancak şu ana kadar durumun idare edilmesine el veren kimlikçilik, radikalizm, sendikalizm gibi sapmaların da toplumsal karşılıklarının tükenmiş olduğu açık bir gerçek haline gelmiş bulunuyor. 

“Olanak” yalnızca işçi sınıfının örgütlenmesinden ve hareketlenmesinden çıkartılabilecektir. Sınıf temeline oturmayan ideolojik ve siyasi çıkışların ise geleceği yoktur. 

Bu iddiamızı desteklemek için yukarıda değindiğimiz bir saptama ile güncel ekonomik kriz dinamiklerini yan yana getirmeliyiz. Dedik ya, eski rejimin yıkılmış olması ve bir daha geri gelmeyecek olması, yerine yenisinin kurulduğu anlamına gelmiyor. Eskinin yerinde kriz var! Üstelik 2018 on yıl öncekinden çok daha şiddetli bir krizin de yatağıdır. Çöküş teorileri ve bunlara yaslanan naif beklentiler uzak olsun. Sözünü ettiğimiz yalnızca devrimci bir sınıf partisinin önündeki olanaktır. Bu olanak değerlendirildiği takdirde bu nesnelliğin içinde devrimci olanaklar birikebilir. 

Solun diğer kesimleri ise anlaşılan, bekleyecekler. Eğer düzenin kendiliğinden çökmesini nafile beklemeyeceklerse, belki Rusyacılık, belki Çincilik yapacaklar! Kimileri, hiç kuşku olmasın, mecburi merdivenin ilk basamağı olan Kürt sorununun yeniden çözüm yoluna girmesini bekleyecek. Hatta; madem başkanlık sistemine bir kez geçildi, başkanın yetkilerini demokrasi lehine kullanması için bekleyecekler veya “zorlayacaklar.” Bütün bunları gerçekçilik adına aklayacaklar. Buradan yeni yeni uzlaşmacılıklar ve ihanetler çıkar, ama sol çıkmaz. 

Komünist hareket bu tuhaf statükoyu dağıtmakla görevlidir. Örgütsel düzlemi o kadar güçlendirmeliyiz ki, siyasal birikimimiz artık engellenemez biçimde toplumsal karşılıklarını yaratabilsin. 

O halde, 24 Haziran 2018’den sonra 

Parti, işçilere! 

İşçiler, Partiye! 

bottom of page