top of page

12 Eylül darbesi karşısında

Bilgisizlikle ilgisizlik arasındaki Alman solu 

Veli Demirci

70’li yıllarda, aileleriyle birlikte 1 milyonu aşkın Türkiyeli emekçi Federal Almanya’da yaşıyordu. Aynı dönemde Türkiye’nin sol yelpazesindeki her renkten örgüt de bu ülkede faaliyet gösteriyordu. Yüzlerce siyasi dernek, on binlerce üye ve sempatizanıyla bu tabloyu tamamlıyordu. Türkiyeli parti ve örgütlerin faaliyetlerinin yönü büyük ölçüde Türkiye olsa da, çoğu örgüt kendi ideolojisine yakın Alman örgütleriyle ortak çalışma yürütüyordu. 

Sermaye egemenliğindeki her iki ülkenin NATO üyesi olmaları ve Federal Almanya’nın Türkiye ekonomisinde oynadığı önemli rol, solun, özellikle de komünistlerin ortak faaliyetlerinin bu konudaki arka planını oluşturuyordu. 

12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra da binlerce Türkiyeli siyasi nedenlerle Federal Almanya’ya geldiler. 12 Eylül cuntasına karşı mücadele, Almanya’daki Türkiyeli solun uzun yıllar en önemli faaliyet konusu oldu. 

GÜNDEMİN DIŞINDAKİ TÜRKİYE 

Bütün bunlara rağmen 12 Eylül, genel olarak Batı solunun, özellikle de Batı Alman solunun değil siyasi gündemine, yüzeysel ilgi alanına dahi girmedi. Dönemin “radikal sol” yayınlarında da 12 Eylül’le ilgili dişe dokunur bilgi bulmak çok zordur. Prosovyetik parti ve örgütlerin yayınlardaki 12 Eylül değerlendirmelerinin kısa bir zaman zarfında seyrekleşmesi, kısmen o dönemki Sovyetlerin ve TKP’nin politikalarıyla açıklanması mümkünken, Sovyetler Birliği’ne dostluktan çok uzak “radikal sol”un benzer ilgisizliği dikkate değer. 

1973’te Şili’de gerçekleşen faşist darbe bile 1980 ve sonrasında sıklıkla araştırılırken, Alman solunun ilgisi 1981 yılından sonra sosyalist blokun sıkıntılı ülkesi Polonya’ya odaklandı. İktidardaki Polonya Birleşik İşçi Partisi genel sekreterliğine General Wajciech Jaruzelski’nin seçilmesi ve daha sonra antikomünist Dayanışma sendikasının yasaklanması, Batı burjuvazisi ve onun yedeğindeki solcu olmayan sol tarafından “darbe” olarak yaftalanmıştı. Burjuva basınının yürüttüğü kampanyaların gölgesindeki “radikal” sol da,  bu kampanyanın “sol” kanadını oluşturdu. 

Sosyalist dünyanın üyesi olan Polonya burjuva dünyasına doğru meylederken, halkla, sendikalarla ve aydın kesimle sıkı bağları olan, kitleselliğe sahip Türkiye soluna karşı yapılan darbeye, en büyük yardım Federal Alman hükümetinden ve onun belirleyici ortağı sosyal demokratlardan geldi. 

Alman solunun Polonya’ya ilgisi ve Türkiye’ye ilgisizliğinin nedeni, tam da burada yatıyor. Daha önce ne kadar ciddi olduğu tartışmalı olsa bile, ilgileriyle ilgisizlikleri devrim ve sosyalizmden vazgeçmeleri ile bağlantılıydı. 

ALMAN SOLUNUN SONBAHARI 

1977 yılında Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) önemli isimlerinin aynı günde tecritte tutuldukları cezaevinde öldürülmeleri (resmi söylemde intihar etmişlerdi!), Alman radikal solu için dönüm noktası oldu. RAF üyeleri genel hukuk düzenlemelerinin askıya alındığı özel mahkemelerde yargılanırken, cezaevinde beyaz işkence olarak bilinen psikolojik işkence altına alınıyordu. Liberalinden muhafazakârına ana akım medya koro haline gelmiş, yalan ve sansasyonu haber haline getiriyorlardı. İlan edilmemiş bir “Olağanüstü Durum” düzeni hüküm sürüyordu. 

Ve bütün bunlar sosyal demokrat (SPD) ve liberal (FDP) koalisyon hükümeti döneminde oluyordu. 

O dönem RAF üyelerinin avukatı olan Otto Schily, 20 yıl sonra federal içişleri bakanı olduktan sonra “Alman devletini o mahkemede tanıdım” diyecekti. Tanıdığı, nazisiz nazizmin gölgesiydi; yani düzen, iktidardaki partinin ismi ne olursa olsun, değişmeyen isim burjuva düzeniydi.

 

KORKU VE SATIŞ 

Çok korktular ve bir kısmı burjuva düzenine, sermaye düzenine, liberalizme, emperyalist bir ülkede yavaş yavaş, belki farkına bile varmadan fit oldu. Çoğu ise ne yaptığını biliyordu, kendilerini sattılar. 

Polonya, işte o konsepte uygun düşüyordu: “Sosyalist bir ülkede işçiler, bürokrasiye karşı ayaklanıyordu. Demek ki reel sosyalizm işçilerin sorunlarına çare olamamıştı. Ya da işçiler nankördüler.” Artık, Şili’de grevlerin arkasında gördükleri CIA, kilise, sermaye vd. emperyalizmin destekçilerini, burunlarının dibindeki Polonya’da görecek gözleri veya takatları kalmamıştı. 

Türkiye ise aynı nedenle bu konsepte uymuyordu. Darbe sola karşı yapılmıştı. NATO ve özel olarak Federal Almanya destekliydi. Çok açık bir biçimde sermaye yanlısıydı. Şili’de ilk büyük uygulaması yapılan Şikago Okulu’nun ekonomik tedbirleri, ekonomik liberalizm temel iktisadi program olmuştu. 

Türkiye’ye odaklanmak, kendi girdikleri yolu, sonuç olarak burjuva düzenini sorgulamak olacaktı. 

Olamazdı, olmadı da. 

Soldan umut kesilmez. 

bottom of page