top of page

100. Yılında Büyük Ekim Devrimi

Boran Behiç

Birey verili bir zaman dilimi içerisinde ortaya çıkan maddi koşulların ürünüdür. Ama aynı zamanda bu maddi koşulları bireyin kendisi (ya da bireylerin oluşturduğu toplum) değiştirebilir. Marx’ın düşünce sistemimize kattığı belki de en önemli buluşudur; insanın kendi kaderini elinde tutması ve belirleyici olanı değiştirebilme iradesi! İnsanlık 100 yıl önce içinden geçmekte olduğu tarihsel ve toplumsal koşulları, denklemi doğru yerden kurarak değiştirmek için büyük bir irade ortaya koydu. Bu irade o kadar şiddetliydi ki başlangıcından itibaren -içinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere- sayısız sömürülen ve ezilen halklara umut ışığı oldu. Bugün kapitalist toplumlar içinde değişmesi imkansız varsayılan, aslında son kırk yıldır yavaş yavaş törpülenen pek çok sosyal hak yine bu benzersiz deneyimin hayatta olduğu dönemlerden günümüze miras kaldı. İnsanlığın sınıfsız topluma giden uzun yolculuğunda atılan bu önemli adım ne yazık ki yarım kaldı; Sovyetler Birliği artık yok. Ancak bugün kapitalist/emperyalist hegemonyanın siyasi ve ekonomik krizi giderek derinleşirken, hangi gözlükle bakacağını bilenlere, büyük ekim devrimi yeni olanakları işaret ediyor. Elinizde tuttuğunuz derginin ilk sayısının ekim devriminin yüzüncü yılına dair sayfalarında geniş yer ayırması bir anma eyleminden çok bu amacı taşıyor. Bugün insanlığın yaşadığı tüm krizlerin altında, krizleri yaratanların üzerini örtmek için harcadığı tüm çabaya rağmen, sınıfsallığın yattığı gerçeğini çekip çıkarmak için, elimizdeki bu çok değerli kaynağa; Sovyetler Birliği deneyimine yeniden başvurmak gerekiyor. 

 

Yazılama Yayınevi’nin yeni derleme kitabı "100. Yılında Büyük Ekim Devrimi” tam da bu ihtiyaca yanıt verme iddasıyla geçtiğimiz Kasım ayında yayınlandı. Editörlerinin ifadesiyle kitaba katkı koyan yazarlar Sovyetler Birliği deneyimini olumlu ya da olumsuz, geçmiş ya da bitmiş, muhasebesi yapılması ve rafa kaldırılması gereken bir tarihsel vaka olarak değil; insanlığın geleceğine ışık tutan büyük bir deneyim olarak görüyor, bu bağlamda onu geçmişe doğru değil geleceğe doğru bir yönelimle ele alıyorlar. 

 

Üç bölümden oluşan kitabın birinci bölümü, devrimin koşullarını hazırlayan Dünya’daki ve Rusya’daki siyasi krizin nasıl sosyalist karakterli bir işçi sınıfı devrimine evrildiğine odaklanıyor.  Aynı zamanda devrim sürecinin kronolojik bir sentezini içeren birinci bölüm, Rusya’da Çarlık Rejimi’nin statükosunu korumak için atmak zorunda kaldığı adımlarla meşruiyet kazanan değişim talebi ve ardından gelen demokratik devrim dönemiyle devam eden reform sürecini ele alıyor. Devamında, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullar nedeniyle kaynamakta olan halkın, öncü partisiyle iktidara el koyma iradesini göstermesine kadar uzanan süreci işliyor. Sonrasında, komşu Türkiye topraklarında yeşermekte olan burjuva devrimi ile ekim devriminin kurduğu zorunlu dostluğu ele alıyor. İkinci bölüm kuruluş dönemini, geliştirilen iktisadi ve toplumsal politikaları inceliyor. Bu bölümde mülkiyete dayalı feodal bir düzenden devralınan bir toplumun adım adım sosyalist bir topluma dönüşmesinin izlerini sürüyoruz. Toprağın el değiştirmesi, mülkiyetin paylaşımı ve devrimin korunması için atılan stratejik adımlardan Sovyetler Birliği’nin halklar politikasına kadar pek çok alanda işçi diktatörlüğünün başarıyla gerçekleştirdiği toplumsal dönüşümlere de, sıkışma yaşadığı başlıkları da sosyalizimin ölçütleriyle bakarak değerlendirme olanağı buluyoruz. Kitabın üçüncü bölümü ise benzersiz sovyet deneyiminin insanlığa kazandırdıklarını ele alıyor. Bu bölümde, sinemadan sovyet avangard sanatına, müzikten eğitime kadar işçi diktatörlüğünün kendi kültürünü yaratma, daha iyiye, daha insani olana dair tutkulu arayışından günümüze devrolmuş mirasın bir kolajını okuma şansı buluyoruz. 

 

Dünya son 25 yılda sosyalizmin gerçek bir seçenek olarak varlığını sürdürmediği, ancak buna rağmen tarihin sonunun bir türlü gelmediği, sınırların insanlar için değil tek yönlü meta akışı için ortadan kalktığı, dünya barışının sadece kara mizah konusu olabildiği bir dönemi deneyimliyor. Oysa ki vaadedilen bunun tam tersiydi; şu komünistlerden kurtulursak ne iyi olacaktı; tüm dünya huzur ve refah içinde yaşayacaktı… Reel sosyalizmden kurtulmuş emperyalizm sadece çeyrek yüzyıl içinde tüm insanlığın sonunu getirebilecek bir boğazlaşmanın sinyallerini vermeye başladı. Tam da bu nedenle yaşananları daha iyi anlamak için, gelmekte olana daha iyi hazırlanmak için bugünden ekim devrimine yeniden bakmak, ekim devriminden bugüne taşıyacağımız izdüşümleriyle yolumuzu çizmek gerekiyor. Bugün tel tel dökülmekte olan geleneksel ulus devlet yapılarının yaşadığı krizi Sovyetler Birliği’nin halkalar politikasına bakmadan anlamamız mümkün değildir örneğin. Tüm Dünya’da büyük tekeller her yıl kar rekorları açıklarken, devletler her yıl büyüme oranlarını üç beş puan arttırıyorken, bunların yeni istihdam yaratamamasına, alım gücünü arttıramamasına akıl erdirmek için, Sovyetler Birliği’nin merkezi planlama politikalarına bakmak gerekir. Sanatın ağırlık merkezi toplumsal dinamiklerden uzaklaşıp giderek toplumu tüketim nesnesi haline dönüştürmesini değiştirebilmek için, Sovyetler Birliği’nin işçiyi opera ve tiyatro ile buluşturan planlama stratejilerini yardıma çağırmamız gerekir. Bu örnekler çoğaltılabilir ancak denklemi hangi değişkenlerle kurarsak kuralım, sabitimizin sosyalizm olduğunu tarih kanıtladı. Benzersiz ekim devrimi doğrularıyla, yanlışlarıyla, deneme ve yanılmalarıyla insanlığın bugün yaşadığı karanlık döneme ışık tutmaya devam ediyor.

buyuk-ekim-devrimi.jpg.jpg
bottom of page