top of page
  • Grey Twitter Icon
  • Grey Facebook Icon

Modern Sermayenin Tarikat Bahçesi

Federal Almanya’da

Türkiye kökenli dinci yapılar   

Besim Tokgöz

Almanya’da yürürlükte olan yasalar, cemaat ile dernek özdeşliği üzerine kuruludur. Weimar Cumhuriyeti Anayası’nın 137’inci maddesinin 4’üncü fıkrasına ve mevcut anayasanın 140’ıncı maddesine göre, “Dini birliklerin hukiki hakları medeni hukukun genel düzenlemelerine tabidir.” 

Bir ülkenin yurttaşı olmaktan kaynaklı kültürel aidiyet kavramını dinsel ya da etnik üst kimlik şemsiyesi altında gruplandırmak, burjuva bürokrasisinin genel hastalığıdır. Almanya’da yaşayan insanları yurttaşlık hukuku açısından tanımlamak yerine, etnik ya da dinsel kimlik üzerinden “yuvarlama”nın siyasi getirisi pek çoktur. Toplumu “Hıristiyan” çoğunluk üzerinden tanımlayan her çabanın, Türkiye’den gelen göçmenleri de “Müslüman” olarak parantez içinde sunmasına şaşırmamak gerekiyor. 

SADELEŞTİR, GRUPLA, MUHATAP AL 

Tüm bu sadeleştirip, gruplama çabasına rağmen orta yerde üçüncü ve nihai bir adım duruyor: Sadeleştirilip gruplandırılan bu dinsel cemaatlerin Alman devleti nezdinde temsiliyetinin nasıl tanımlanacağı hâlâ çözülemiyor! 

Almanya’da Hristiyanlık’tan sonra ikinci din konumuna ulaştığı iddia edilen İslam’a temsiliyet ehliyeti verilmesi için 2006 yılından beri çaba harcayan hükümet, kısa adı Alman İslam Konferansı (DIK) olan bir kurumsallığa gitme konusunda adım attı. Ancak Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi’nin (CDU) etkili isimlerinden Wolfgang Schäuble’nin “fikir babası” olduğu belirtilen DIK, 12 yıldır hâlâ “temsiliyet”in tam karşılık bulması konusunda sonuç elde edebilmiş değildir. 

“Müslümanların temsiliyeti” meselesi üzerine araştırma yapan sosyal demokrat vakıf Friedrich Ebert Stiftung’dan Thomas Lemmen’in hazırladığı “Almanya’da İslami Örgütler” (2000) raporuna bir önsöz yazan Göç Dairesi Başkanı Günther Schultze ile Çalışma ve Sosyal Tartışma Grup Başkanı Ursula Mehrländer, “Halen yanıtı bulunamamış olan soru, hukuken Müslümanların tümünü temsil etme yetkisinin kimde olduğudur” derken, tam da bu zorluğun altını çiziyorlar.

 

TEMSİLİYETTEN KASIT, YÖNETMENİN KOLAYLAŞTIRILMASIDIR 

Asıl soruyu gözden kaçıran bu tutum, Türkiye’den işgücü göçü ile gelen göçmenlerin tamamını “Müslüman” kategorisine almakla, dolaylı olarak seküler olamayan bir tutumu zaten ön zemin olarak veri alıyor demektir. Oysa dinin toplumsal hayattaki etkisini kırma mücadelesi olarak tarif edilebilecek Aydınlanma ve onun siyasi ilkesi laiklik, öncelikle yurttaşlık hukuku ile cemaat üyesi olmayı birbirine karıştırmamayı gerektirir. Kendisi Hıristiyan olanın başkalarını Müslüman ya da Musevi gibi görmesine şaşırmamak gerekiyor... 

Sonuçta, dinsel cemaatleri yönetmek kolaydır. Toplumsallığının farkında olan birey bilincinin, bir şeyhin ya da ne idüğü belirsiz bir “lider”in peşine sorgulamadan takılmayacağı açıktır. Biat kültürüne tabi bir insanı denetlemek isteyen, onun şeyhini denetlemekle yetinebilir. Burjuva siyasetinin geldiği aşamada, Almanya örneğini esas alırsak, temsiliyetten anlaşılan, yönetme işinin daha bir kolaylaştırılmasıdır. 

İslam’ın Almanya’daki ön tarihi Viyana Kuşatması’na kadar uzanır. Ancak İslamcı hareketlerin ön tarihini esas alacak isek, ki asıl mercek altına alınması gereken de budur, 20’nci yüzyılın ikinci yarısını baz almak durumundayız. 

Daha da somutu, 1973’de yurtdışından işgücü almama kararı ile yerleşiklik kazanan Türkiyeli göçmenler, buralarda kendi örgütlülüklerine başladılar. Sade dindarlığın siyasal dinciliğe geçmesi zor olmadı. Emekçiler arasında gerici ideolojilerin alan kaplaması için hem Türkiye merkezli partiler ve bizzat devlet, hem de Alman hükümetleri azami gayret gösterdi. 

Gerici dinsel yapıları “Dernekler Kanunu”na tabi kılan Alman devleti, onların palazlanmasına destek oldu. Bu sayede de onları denetimi altında tutabildi. Tayyip Erdoğan’ın hırslı çıkışları kısmen dışarıda tutulmak koşuluyla, halen de denetim altında tutmaya devam ediyor. 

TARİKATLAR BAHÇESİ ALMANYA! 

Almanya, 2015’de başlayan yığınsal sığınmacı göçü öncesine kadar İslamcı hareketlerin cirit attığı bir ülkedir. IŞİD adlı ABD icadı yobaz örgütlerin kontrollü terörü ve Tayyip Erdoğan’ın bu ülkede yaşayan Türkiyeli kitleyi piyonlaştırma azmi ortaya çıkıncaya dek Almanya, yobaz teşkilatlar için tam bir cennetti. 

Ahmediler tarikatından Süleymancılara, Kıbrıslı Şeyh Muhammed Nazım’ın Adl el Hakkani müridlerinden Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu’na, 500’e yakın şubesi bulunan İslam Kültür Merkezlerinden Diyanet İşleri Başkanlığı denetiminde 900’ün üzerinde camiyi bünyesinde toplayan DİTİB’e ve Büyük Birlik Partisi (BBP) denetimli Avrupa Nizami Alem Federasyonu’na, Almanya Arnavut İslam Merkezler Birliği’nden, Almanya Bosnalı Müslümanlar Cemiyetler Birliği’ne dek Almanya tam bir tarikatlar bahçesidir. 

Sonuçta, yasaya göre bunların tamamı “sivil toplum” kuruluşlarıdır ve medeni hukukun dernekler yasasına tabidirler! 

Demokratik kitle kültürünün içinin boşaltılarak, “sivil toplum” olarak yeniden kurgulanmasındaki Soğuk Savaş jargonu bir yana, Alman Medeni Kanunu’nun dernekler yasasında tarif ettiği sivil toplum öğeleri içinde dinsel yapılar tarif edilebilir mi? 

SADAKAT TESTİ İLE PİYON OLMA ARASINDA 

Biat kültürüne tabi, genel insani değerlere yabancı, ilericiliğin de daima yeminli düşmanı bu yapıları “sivil toplum” statüsü içinde ele alan her akademik çalışma düpedüz sahtekârdır. Kadın düşmanı tarikatları, Medeni Kanun’un Dernekler maddesine göre sınıflayan Alman devletinin tutumu da sahtekârcadır. 

Yaklaşık 2500 cami, mescit ve “İslam kültür merkezi” üzerinden denetim altında tutulmaya çalışılan Müslüman göçmenler, DİTİB gibi Ankara’dan yönlendirilen yapılara dönüştürüldüğü oranda Alman devleti nezdinde tepki görmeye başladılar. Karşılıklı şantaj ve dayatmalar sonucunda “iki ülke arasındaki güven yeniden tesis edildi” mealinde palavralar dolaşıma sokulsa da, sözü geçen gerilim devam ediyor. 

Neyin gerilimi? 

Göç alan ülke, göçmen emekçileri sadakat testinden geçirerek kapitalist sömürü mekanizmasına en yumuşak uyumu sağlamaya çalışıyor, ama göç veren ülkenin İslamcı partisi AKP buradaki insanları şantaj nesnesi olarak kullanmakta ısrarlı... Gerilimin kaynağı bu... 

1976’da Köln’de kurulan İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG), antikomünist hareketin Türkiyeli göçmenler arasında yaygınlaşmasında koçbaşı rolü üstlenmişti. “Arka avlu” bakkallığı ile başlayıp, devasa “helal gıda” endüstrisinin de laboratuvarı olan Milli Görüş, Türkiye siyasetinde Necmettin Erbakan fenomeninin cilalayanı ve finansörü olarak oldukça etkili bir yer tutmuştu. 

1984’de Celalettin Kaplan adındaki meczubun, “sivil toplum” yasalarından aldığı güce de dayanarak, hızını alamayıp kendisini “halife” ilan etmesi, ardından ona muhalefet eden bir başka yobaz İbrahim Sofu’nun 1997’de öldürülmesi sahneleri hep Almanya’da yaşandı. 

AKP’li yıllara tekabül eden Deniz Feneri dolandırıcılığında, kenara not edilen veriler henüz dolaşıma sokulmadı. İki devletin gerici siyasetçilerinin tumturaklı “dostluk” nutuklarının hiçbir karşılığı yoktur. 

YOBAZLIĞIN ASIL KAYNAĞI: SERMAYE 

Emekçiler arasında gerçek kardeşlik olan emekçi kardeşliğinin önünü kesmek için dine yatırım yapan sermaye, siyasi gericiliğin asıl kaynağıdır. Gerici ideolojilerin ambarı durumundaki dinsel yapılar, ancak sermayenin hizmetinde ve kapitalist devletlerin cömert kanatları altında varlıklarını sürdürebilirler. AKP yobazlığına kızan Alman kapitalizminin, yobazlığı kendi amaçları için koruyup kollayan siyasetine de kızmalı. 

Almanya’da yürürlükte olan düzen partileri, niçin söz laiklikten açıldığında yüzlerini ekşitirler? Yanıt basittir: Sermaye diktatörlüğü, dinsel dogmalar ve onların taşıyıcıları olmadan emek sömürüsünü sürdürülebilir kılamaz da ondan. Bu gerçek, Türkiye’deki piyasacı dincilikte ne kadar geçerli ve görünür ise, Almanya’da “Hıristiyan değerlerinin egemen olduğu” diye tarif edilen düzen içinde de o kadar görünürdür. 

bottom of page