Barış harekatının yetersizleştiği nokta: Bir toplu cinayet mekanizması
Alper Toktimur
Göçmek neye yarar?
Boran Behiç
Göçmek Neye Yarar?
İşgücünün sermayenin ve üretimin merkezine doğru hareket eğilimi göstermesi sınıflı toplum yapısının kaçınılmaz sonucudur. Emeğini satmak için sıraya girmiş olan işgücü ordusu üretim neredeyse orada yaşamaya mecbur olduğundan üretim merkezleri bir çekim merkezi gibidir; çeperlerden merkezlere doğru sürekli bir göç eğilimi vardır. Geleneksel olarak iç göçlerde kentler bu çekimin merkezini oluştururken, dış göçlerde bu hareket çeper ülkelerden merkez kapitalist ülkelere / emperyalist ülkelere doğru gerçekleşir. Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Göç Raporu’na göre 2017 yılında dünyada toplam göçün %67’si kişi başına düşen ulusal geliri yüksek yirmi ülkesine doğru gerçekleşmiştir.
Türkiye, Dünya Bankası’nın sınıflandırma sistemine göre üst-orta gelir grubuna dahil bir ülkedir. Suriye’deki emperyalist müdahale nedeniyle son yıllarda anomali gösterse de, nüfus hareketleri açısından göç alan değil (az miktarda da olsa) göç veren ülke konumundadır ve bu haliyle yukarıdaki çerçeveye uymaktadır. Türkiye’den dışarıya verilen göç ağırlıklı olarak ekonomik kaygılarla gerçekleşse de, özelikle son 10 yıldır bireysel özgürlükler, siyasal atmosfer ve istikrar arayışı, bilimsel eğitime ulaşma, kişisel gelişim, homofobi, etnik ve dini ayrımcılık da insanların ülkeyi terk etmelerine neden olmaktadır.
Türkiye’den 2016 yılında göç eden kişi sayısı 177bin iken 2017’de bu sayı 253bin’e yükselmiştir. Göç edenlerin içerisinde kadınların oranı 2016’da %44,8 iken 2017’de %46’ya yükselmiştir. Bu derginin -şimdilik- okunduğu tek ülke olan Almanya’ya Türkiye’den 2016 yılında %20 gibi rekor bir artışla 28bin kişi göç etmiştir. Geçtiğimiz 24 Haziran seçimleri sonrasında 1141’i ilk kez olmak üzere toplam 1172 kişi iltica başvurusunda bulunmuştur. Bu rakamlara eğitim ya da değişim programları gibi geçici nedenlerle Almanya’ya gelip dönmemeye karar verenler de eklendiğinde sayı daha da artmaktadır.
Almanya’ya göçtük, aradığımızı bulduk (mu?)
Göç, en sonunda insanların herhangi bir nedenle bulunmak istemedikleri bir yerden başka bir yere hareketidir ve hareket özgürlüğü temel bir insani haktır, engellenemez. İnsanlar daha refah içinde, huzurlu ve güvenli yaşayacakları yerlere bu nedenle göç ederler. Peki gerçekten Almanya’da daha huzurlu, refah düzeyi daha yüksek ve daha güvenli bir hayat yaşamak mümkün mü?
Almanya’nın dünyanın çoğu ülkesine göre daha istikrarlı olması, cari fazla vermesi toplumun geneline yansıyan bir refaha dönüşmüyor; yaklaşık her beş kişiden biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Almanya’da 2009 yılı dışında 2000’li yıllarda gayri safi yurtiçi hasılanın sistematik olarak yükselmesine karşın yoksulluk oranı artmaya devam ediyor. Federal İstatistik Ofisi’nin verilerine göre yoksulluk oranı göçmenler arasında daha da yükseliyor. 2018 Eylül ayı verilerine göre göçmenlerde yoksulluk oranı %28,6 iken Almanya vatandaşı olmayan göçmenler arasında bu oran %36,2’ye yükseliyor.
Saatlik asgari ücret brüt 8,84 Euro iken Almanya’da ev kirası için metre kare başına ortalama 9,13 Euro ödeniyor. Kaldı ki son yıllarda büyük kentlerde yaşanan kira artışları ortalamanın çok üzerine çıkıyor. (Münih’te ortalama kiralar 1.837 Euro, Berlin’de 1.159 Euro). Ev sahibi olmak ise emekçiler için çocuklara mülk bırakma projesi haline dönüşüyor; zira bir eve sahip olabilmek için emekçiler dişinden tırnağından arttırıp 30-40 yıl boyunca kredi borcu ödemek zorunda kalıyorlar. Daha kötüsü eğer emekli olana kadar bir ev sahibi olmayı başaramadıysanız Almanya’daki emekli maaşlarıyla hayatta kalmak mümkün değil. Bu nedenle 70 yaşında hala çalışmak zorunda olan ya da sokakta şişe toplayan yaşlılar görmek mümkün. Buna karşılık Almanya’nın en büyük iş kollarından biri olan metal endüstrisi işçileri yıllık %2,5 enflasyon oranı olan ülkede büyük bir uğraş sonucu iki yıllığına sadece %4,3’lük ücret artışı alabildiler. Reel ücretlerdeki düşüşün yanında toplu sözleşmeye taraf olma şansı bulunmayan geniş emekçi yığınlarının sözleşmelerinde ise ciddi hak gaspları bulunuyor. Esnek çalışma saatleri, ödenmeyen mesai ücretleri, altı aya kadar uzayan deneme süreleri, süreli sözleşmeler, ödenmeyen ulaşım ve yemek ücretleri Almanya’da sıradan uygulamalar haline gelmiş durumda.
Fırsat eşitsizliği heryerde
Göçmen olmanın yarattığı fırsat eşitsizliklerini her yerde görmek mümkün. Yabancı düşmanlığı, islamafobi, sağ popülizm Almanya’nın çözemediği önemli sorunlar arasında yer alıyor. Göçmen kökenlilerin Almanya’da barınma sorununu çözebilmesi için çok çaba harcaması gerekiyor. Alım gücü toplumun ortalamasına göre zaten düşük olan göçmenlerin bazı semtlerdeki ev kiralarını karşılayacak ekonomik gücü olsa dahi, ev bulabilmesinin garantisi yok. Almanların ağırlıklı yaşadıkları mahallelerde ev sahipleri ağız birliği etmişcesine -vatandaş olsun olmasın- göçmen geçmişi olan başvuruları kabul etmiyorlar. Bu da kentlerde göçmen ağırlıklı gettoların oluşmasına neden oluyor.
Alman aileler çocuklarının göçmen çocuklarıyla aynı okulda okumasını istemedikleri için bazı okullarda sadece göçmen çocuklarının bir araya toplandığı sınıflar bulunuyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün yaptığı bir araştırmada aynı niteliklere sahip Türkiyeli ve Alman bin adet hayali iş başvurusunda Alman görünümlü iş başvurularının %14 oranında daha fazla görüşmeye çağırıldığı görülmüş. Magdeburg Otto von Guericke Üniversitesi ve Avrupa Ekonomik Araştırmalar Merkezi’nin ortaklaşa yaptığı bir araştırmaya göre bir işe girmeyi başaran göçmenlerin ücretleri ortalamanın %20 altında oluyor; kadın göçmenlerde bu fark daha da artıyor.
Ücretsiz, eşit ve bilimsel eğitim mi dediniz?
Almanya’da eğitim bedelsiz değil. Resmi olarak bedelsiz olsa da uygulamada pek çok zorunlu yan giderlerle miktar oldukça yükseliyor. Her yıl güncellenen temel giderler indeksine göre bir çocuğu 18 yaşına kadar yetiştirmenin maliyeti ortalama 130bin Euro tutuyor. Bu sürede devletin çocuk için yaptığı yardım tutarı ise 45bin Euro civarında. Bu giderlere özel dersler, ek etüdler dahil değil. Yüksek rekabet ortamında gelir dağılımındaki eşitsizlik gençlerin geleceklerini doğrudan belirliyor.
Göçmen olarak Almanya’da yüksek öğrenim görmek ise artık pek çok üniversitede resmi olarak ücretsiz değil. Örneğin, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerden gelen öğrenciler Baden-Württemberg Eyaleti’ndeki üniversitelerde yıllık 3000 Euro eğitim harcı ödemek zorundalar.
Akademik üretimin dünya genelinde piyasalaştırılması ayrıca ele alınmayı hakeden bir konu. Özgür ve bilimsel eğitim/üretim hedefiyle Almanya’ya gelenleri hayal kırıklığı bekliyor. Almanya’da üniversitelerdeki akademik ödenekler ezici bir oranda serbest piyasaya proje üreterek elde ediliyor. Yüksek lisans, doktora programları, araştırma enstitüleri bu nedenle piyasanın ihtiyaç duyduğu bilgiyi üreterek ayakta kalabiliyor. Araştırmacıların üzerindeki proje bulma baskısı araştırma konularını projelendirilebilecek (para getirebilecek) konulara kaydırmalarına neden oluyor. Bunun yanında akademideki çalışma koşullarının özel sektörden geri kalır yanı yok; güvencesizlik, esnek çalışma, ayrımcılık…
Bu düzen bize başka seçenek bırakmıyor
Kapitalizmin en gelişkin örneklerinden birinde insanlara sunduğu gelecek bu kadar. Yapabildiği en iyi şey toplumun çok küçük bir bölümüne sunduğu ayrıcalıklardan bir gün herkesin faydalanabileceği umudunu verip, mağdur olan çoğunluğu fayda sağlayan azınlığın hizmetine koşmak. Daha kötüsü, merkez kapitalist ülkelerin dünyanın geneline göre sağladığı görece refah, dünyanın geri kalanındaki savaşlara, yağmaya ve sömürüye dayalı. Dünyadaki eşitsizliklerden beslenen refah nasıl kalıcı olabilir? Olamayacağını yaşayarak görüyoruz. Daha iyi bir kapitalizm bu nedenle mümkün olamıyor. Kapitalizmin kötü bir örneğinden kaçıp başka bir kötü örneğine göç etmek yerine bu düzeni tamamen değiştirmek, daha ulaşılabilir, daha gerçekçi bir seçenek olarak önümüzde duruyor.