top of page

30 Ocak 1933 – Burjuva İktidarının Almanya’da Hitler’e Devredilmesi

Veli Demirci

Yakın tarihe çok fazla aşinalığı olmayanlar bile Nazilerin seçimleri kazanarak hükümet kurduklarını, ardından devleti bütünüyle ele geçirdiklerini bir şekilde duymuştur. Sonrası, vahşi bir terör eşliğinde çılgınca bir hazırlıkla girişilen ve on milyonlarca insanın öldüğü II. Dünya Savaşı.

Naziler, gerçekten seçim kazanarak mı hükümet kurdular? Ya da Nazilerin iddia ettikleri ve günümüz Alman egemen tarih yazımının da savunduğu gibi, Naziler iktidarı kendi örgütsel güçlerine dayanarak mı ele geçirdiler? Yoksa burjuvazi ve özel olarak büyük sermaye çevreleri kendi sınıfsal selametleri açışından iktidarın Nazilere (NSDAP) verilmesi için mi uğraştılar? 

Burjuvazinin istikrarı için faşizm

1929’da başlayan dünya kapitalizmin krizi, Büyük Buhran, siyasi olarak bir türlü istikrar kazanamayan Almanya’yı tamamen etkisi altına almıştı. İşçi sınıfını kontrol etmekte zorlanan sosyal demokrat SPD, büyük krizden sonraki bütün seçimlerde düzenli olarak oy kaybetti. Komünistler (KPD) ise 1924 yılı sonundaki seçimlerden sonra sürekli olarak oy oranını arttırarak, SPD etkisindeki işçiler için de çekim merkezi haline gelmişti. Emperyalist hiyerarşi içinde 1918 yenilgisi sonrası sıkıştırıldığı yerden çıkma mücadelesiyle, devrim korkusu arasında debelenen Alman büyük sermayesi, yarım kalmış topyekûn savaş için istikrar istiyordu. Hitler, Almanya için mezarlık sükûneti, ülke dışında da -milyonlarca mezara yetecek- ‘verimli’ topraklar ve pazarlar vaat ediyordu. Şartlar olgunlaşmıştı. 

 

Cumhurbaşkanı General von Hinderburg 30 Ocak 1933’te hükümeti kurma görevini Adolf Hitler’e verdiğinde, 1932 yılının 6 Kasım’ında yapılan seçimlerin üzerinden neredeyse üç ay geçmiş ve bu süre zarfında Nazilerin yer almadığı iki hükümet görev almıştı. Hitler’e şansölye (başbakanlık) görevi verildiğinde Naziler parlamentodaki (Reichstag) en büyük parti olmakla birlikte, çoğunluğa sahip olmaktan çok uzaktılar. Son seçimde toplam oyların % 33,1’ini alaran NSDAP, 584 sandelyeli mecliste 196 vekile sahipti (SPD %21,6 – 121 m.vekili, KPD %16,9 – 100 m.vekili). Üstelik 31 Temmuz 1932 tarihinde yapılan genel seçimlere kıyasla Nazilerin oyları 4,3 puan düşmüş, mecliste 34 sandalye kaybetmişlerdi. 

Yürürlükteki anayasaya göre Hindenburg’un görevi Hitler’e vermesi gerekmiyordu. Ama gerek parlamento içindeki von Papen gibi etkili muhafazakâr siyasetçiler, gerekse büyük sermaye çevreleri, eriyen muhafazakâr partilerin boşluğunu dolduran Hitler ve partisine şans verilmesinden yanaydılar. Hitler ve çevresindekilere tam olarak güvenemeseler bile, devleti yönetecek nitelikte kadrolara sahip olmadığını bildikleri Nazilerin, burjuvazinin geleneksel bürokrasisinden ve siyasi temsilcilerinden vazgeçemeyeceklerini hesaplıyorlardı. 

Hitler’in koalisyon hükümeti

30 Ocak günü Hitler’e hükümet kurma görevi verilmesiyle, hazırlıkları çok önceden yapıldığı ortaya çıkan koalisyon hükümetinin aynı günün ilerleyen saatlerinde kurulması bir oldu. Hitler’in kabinesinde, içişleri bakanı olarak görev alan Wilhelm Frick ve devlet bakanı olan Hermann Göring NSDAP üyesiydi. Nazilerin azınlıkta olduğu hükümette, diğer 6 bakanlık muhafazakâr/faşist parti üyesi veya aynı formasyonda ama bir partiye üye olmayan teknokrat vekillere verilmişti. İktisat bakanlığına ise doğrudan bir kapitalist getirilmişti: Wilhelm Frick. Medya Çarı olarak da bilinen Frick, Alman Milliyetçi Halk Partisi’ndendi. Hitler’in yardımcılığı da eski Şansölye Franz von Papen’e verilmişti. Papen, sermaye çevrelerine Hitler’i öneren ve yeni kabinenin kurulmasını perde arkasından organize eden tecrübeli bir burjuva politikacıydı. Çalışma Bakanı Franz Seldte, Çelik Miğfer örgütünün lideriydi. Kabinede yer alan diğer 4 bakan da von Papen’in eski hükümetinde görev almış meslekten politikacı olmayan uzmanlardan oluşuyordu. 

Kararnamelerle Führer önderliğindeki faşizme giden yol

Hükümetin kurulduğu gün, yani 30 Aralık’ta, Hitler kabinenin diğer üyelerinin de onayıyla meclisin fesh edilerek seçimlere gidilmesi kararını aldı. Cumhurbaşkanı Hindenburg meclisi hemen 1 Şubat’ta feshetti ve 5 Mart’ta seçim yapılması kararlaştırıldı. 

4 Şubat günü Hindenburg’un ilan ettiği bir kararname ile “Alman halkını korumak” amacıyla toplantı ve gösteri haklarıyla basın özgürlüğü kısıtlandı, fiiliyatta tamamen ortadan kaldırıldı.

Basının “özgür” olduğu varsayılan 1932 yılında 294 kez gazete yasaklandığı, yani neredeyse her iş günü bir gazetenin yayınının durdurulduğu hatırlanırsa, “yeni durumun” ciddiyeti daha iyi anlaşılır.

4 Şubat tarihli kararnameyle İçişleri Bakanı (Nazi) Frick’e muhalefetin, ki kastedilen öncelikle komünistlerdi, yasal hareket etmesini imkânsız kılacak çok geniş yetkiler verildi. 

Hitler ve Patronlar

20 Şubat günü Hitler, Almanyanın farklı sektörlerdeki en büyük tekellerinin sahibi-yöneticisi patronlarla gizli bir toplantıda buluştu. Hitler yaptığı konuşmada, sermayeye desteğini yinelerken, komünist tehlikeyi nasıl yok edeceğini de açıkladı. Sermayedarlar memnuniyetlerini aynı gece kararlaştırılan 2 milyon marklık cömert seçim bağışıyla gösterdiler. Meblağın %75’i Nazilere, geri kalanı da Papen’in konrolündeki koalisyon ortağına gidecekti. 

Bağış, Hitler’in seçim çalışmaları için talep ettiğinden 1 milyon mark düşüktü; sermaye sadece söz değil, uygulama da bekliyordu!

Uygulama gecikmedi: Gizli toplantıdan tam bir hafta sonra 27 Şubat gecesi Reichstag kundaklandı. Suç komünistlerin üzerine atıldı. Yangının dumanları sönmeden, 28 Şubat günü Cumhurbaşkanı Hindenburg bir kararname ile anayasanın 48. maddesi uyarınca olağanüstü hâl ilan ederek, temel hak ve özgürlükleri askıya aldı. Kararnamenin resmi gerekçesi “Devlet güvenliğini tehlikeye düşüren komünist şiddet eylemlerinin önlenmesi” olarak belirtilmişti. 

Kararname ile daha önce kullanılamaz hale getirilmiş, temel hak ve özgürlükler üzerindeki yasak ve engeller daha da genişletildi. Muhalif kurumlar üzerindeki baskıyı arttırmak için özel mülklere el koyma hakkı da devlete verildi. Seçimlere 5 gün kala fiili olarak yasaklanmış olan KPD’nin milletvekilleri de bu kararnameyle tutuklanmaya başlandılar.

Faşizme hazırlık

Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından yayınlanan ve Hitler’in adına yazılan bu kararnameler, Hitler’e hükümet görevi verilmeden çok önce hazırlanmıştı.

Hitler’in halefi Şansölye Kurt von Schleicher, hükümet adına radyodan 15 Aralık 1932’de yaptığı bir konuşmada KPD’yi doğrudan hedef alarak, tehdit ediyordu. Schleicher özetle Cumhurbaşkanı Hindenburg’dan olağanüstü hâl düzenlemelerinin kaldırılmasını rica ettiğini söylüyor ve Hindenburg’un öneriye olumlu yaklaştığını ama “Beklentileri gerçekleşmezse Alman halkını korumak için sert tedbirler almaktan geri durmayacağını” da vurguladığını ekliyordu. 

Schleicher kuşkuya yer vermeyecek biçimde neyi kastettiğini açıkça duyuruyordu: “Huzursuzluk yapmayı meslek edinenlerle, ortamı zehirleyen basını uyarıyorum, bu doğrultudaki kararnameler hiçbir boşluk bırakmayacak mükemmellikte çekmecede hazır duruyor. Umarım bunları ve orduyu kullanmak zorunda kalmayız. Devlet düşmanı komünist hareket, dizginlerin biraz serbest bırakılmasını halkı kışkırtmak için kullanmaya kalkması halinde, hükümet Komünist Partisi’ne karşı çok şiddetli önlemleri uygulamaya koymaktan çekinmeyecektir.”

Gerçekten de çekinmediler. 25 Ocak 1933’te, Hitler hükümetinin kurulmasından sadece 5 gün önce Dresden’de Faşizme Karşi Mücadele Birliği’nin düzenlediği toplantıya polis saldıracak ve 9 işçi öldürülecekti.

Bu konuşmadan bir buçuk ay sonra Hitler’e çekmeceyi açmak bile gerekmedi, bu işi cumhurbaşkanı yaptı. 

Hitler’e sadece, artık burjuvazinin zaten inanmadığı parlamenter demokrasinin kırıntılarına son verip, düzen güçlerini yeniden organize etmek ve bir plan doğrultusunda saldırıya geçirmek kalmıştı.

Sermayeye karşı mücadele etmeden faşizme karşı mücadele edilemez 

Yukarda kısaca hatırlatıldığı gibi, Almanya’da faşist düzenin ideolojik, siyasal ve yasal dayanakları, burjuvazinin sosyal demokratlar da dahil bütün unsurlarının ortak ve bilinçli bir çalışmayla yıllar içinde yaratıldı. Burjuvazinin o tarihte hâlâ mevcut olan farklı kanatlarının ortak korkusu, sosyalist devrim ve ortak düşman komünistler, bütün bu unsurların aralarındaki tali çelişkileri bir kenara koyarak, mızrak başı konumunu alan faşist parti etrafında kenetlenmelerine neden oldu. 

Almanya sınırlarına sıkışmış sermayenin dışarda yeni bir maceraya girişebilmesi için cephe gerisinin düzene sokulması gerekiyordu. 1918 Devrimi bir daha tekrarlanmamalıydı!

Bundan dolayıdır ki, bir önceki dönemin özde bir görüntüde farklı partilerine de ihtiyaç kalmadı. Ve bu durum, bugünkü iddiaların aksine baskıyla değil, büyük oranda gönüllük üzerinden gerçekleşti; bazen inanç, bazen çıkar, çoğu zaman da her iki nedenden dolayı.

Tek adama sınıfın vekaletini veren Alman burjuvazisi, komünistlerin başarılı olamayan direnişine rağmen Alman halkının kaderini de 1945’e kadar Hitler’in ellerine teslim etmiş oldu. 

Sonuç malum!

bottom of page