top of page

Prag'da Karşı-Devrim-Baharı'na Giden Yol

Haluk Arıcan

Çekoslovakya'da kapitalizm savunucularının ''Prag Baharı'', bunların utangaç yandaşlarının ise ''Güleryüzlü Sosyalizm'' diye nitelendirdikleri karşı devrim girişiminin üzerinden 50 yıl geçti.

 

Ocak 1968'de Dubçek'in Çekoslovakya Komünist Partisi (ÇeKP) Genel Sekreterliği'ne seçilmesiyle adım adım gelişen anti-sosyalist uygulamalar sonucu, parti ve devlet aygıtı çözülmeye başlamıştı. Karşı devrimin Haziran ayına doğru etkisi iyice artmış ve emperyalist ülkelerin, özellikle de ABD ve Federal Almanya'nın bu ülkedeki  açık-gizli anti-komünist faaliyetleri yoğunlaşmıştı. Bunun sonucu, Varşova Antlaşması (Paktı) üyesi 4 ülke, Sovyetler Birliği, Macaristan, Polonya ve Bulgaristan, Çekoslovakya'ya 21 Ağustos 1968 tarihinde, askeri bir müdahalede bulunarak sosyalist sistemi ana hatlarıyla güvence altına aldılar. Anti-komünist propagandanın oluk oluk kan aktığını iddia ettiği çatışmalar sonucu, 100'ü Çekoslovak vatandaşı, 58'i asker toplam 158 kişi öldürüldü.

 

Çekoslovakya'daki özellikle Ocak-Ağustos 1968 arasındaki gelişmelerin farklı değerlendirilmesi, süreci ister devrim ister karşı devrim diye nitelendirsin, sonuç olarak iktidarın bir sınıftan başka bir sınıfa geçtiği veya bunun amaçlandığı kabulüne dayanmaktadır. Üretim araçları, yani fabrikalar gibi kamu mülkiyetindeki zenginliklerin sermaye sahiplerine devredilmesi girişimi, sosyalizmden kapitalizme geçiş aşamasıdır. Üretim araçları üzerindeki mülkiyetle bağlantısı karartılmış ''demokrasi'' söylemi de, bu bağlamda karşı devrimin ''kod adı''dır. Çekoslovakya'da da olanların özeti budur. Zaten sosyalizmi mükemmelleştirmeyi amaçladığı iddia edilen bir girişimin, ABD'den Federal Almanya'ya, sosyalizmin yeminli düşmanları tarafından coşkuyla karşılanması ve desteklenmesi başka türlü açıklanamaz.

 

Peki bu sürece nasıl gelindi? Emperyalizm, bu gelişmelerde yabana atılmayacak bir rol oynamış olsa da, sorun sosyalist sistemin içinde başlamıştı. Yanlışta ısrar eden politikalarla katmerlenerek biriken sorunlar, giderek Çekoslovakya'yı emperyalist müdahalelere elverişli bir kıvama getirdi.

 

Halbuki Çekoslovakya'da sosyalizmin kuruluşu 1948 yılında işçilerin genel greve gitmeleri ve halkın önemli bir kesiminin komünist parti önderliğine verdiği aktif destekle kurulmuştu.1938'de Münih anlaşması ile Hitler'e, Çekoslovakya'nın Südet bölgesinin verilmesinin İngiltere ve Fransa'nın oldu bittisiyle gerçekleştiği henüz unut(tur)ulmamıştı.

 

Dikkate alınması gereken diğer bir nokta, diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Çekoslovakya Komünist Partisi de, azımsanmayacak sayıdaki -sosyal- demokratın katılımıyla 1945 sonrasında yeniden harmanlanarak oluşturulmuştu. Bu kesimlerin sosyalizme bağlılıkları ilk başlarda samimi, burjuva ideolojisine mesafeleri ise çok kısaydı. Partinin duraksadığı her momentte bu unsurlar burjuva ideolojisinin çekim alanına girmekle kalmadılar, partiyi de o yöne doğru çektiler.

 

Sovyetlerden esen rüzgar

 

Sosyalist ülkelerdeki sorunların SBKP'nin XX. Kongresi ile başladığını iddia etmek doğru olmaz, ama ''Cini şişeden çıkardığı''nı kabul etmek gerekir. Stalin döneminde yapılan neredeyse herşeyin yanlış olduğu iddiasındaki bu politikayla, hem sosyalizmin meşruluğuna gölge düşürülmüş, hem de gerçek ideolojik, örgütsel sorunların üzerlerinin örtülmesine neden olunmuştu. 1949 yılında Doğu Avrupa'da iktidarda bulunan KP'lerin bir kısım yöneticisine yönelik olarak açılan davalarda verilen mahkeme kararları, Stalin'in ölümü ve özellikle 1956 sonrası geçersiz, suçlamalar da iftira olarak damgalanmıştı. Bu mahkemelerde açılan her davanın usulüne uygun olup olmadığı tartışılabilir. Davaların uydurma gerekçelerle açıldığını savunmak ise, iddia sahibi tarih bilgisinden yoksun değilse, koca bir yalandır. Zaten, itibarları iade edilen bu kişilerin önemli bir bölümü gerek 1956 olaylarında gerekse 1968'de karşı-devrimin KP'ler içindeki başlıca destekçileri oldular.

 

XX. Kongre SSCB'nin kıtalararası füze geliştirme çalışmasının son aşamasına denk geliyordu. Daha sonraları ''Dehşet Dengesi'' denilecek bu nükleer pat durumunda, emperyalist ülkelerin kendileri zarar görmeden sosyalist ülkelere saldırmaları imkansız hale geliyordu. Öyleyse, silahlanmaya daha az para harcanarak, kaynaklar daha fazla tüketime ayrılabilirdi.

 

Emperyalizmin savaş tehdidinden geri adım atmayacağı hemen anlaşıldı. Tüketim hedefinden de vazgeçilemediği için, geriye tırpanlanacak sanayi yatırımları için ayrılan fonlar kalıyordu. 

 

Plan hedeflerinin temelleri oyuldukça, hedeflere de ulaşılamıyordu. Hedeflere ulaşılamadığı için merkezi planlama ögeleriyle oynanmaya başlandı. 60'lı yılların ortasına gelindiğinde sosyalist ülkelerde ''İşletmelerin sorumluluk alması, kendi yaratıcılıklarını geliştirmeleri ve çalışanları teşvik için maddi özendiricilik'' gibi süslü laflarla işletmelere kısmi özerklikler verildi. 

 

İşletmeler, plan hedeflerine ulaştıkları müddetçe mali kaynakların artan kısmını, yatırımlar, sosyal harcamalar ve ekstra ücret primleri için kullanabileceklerdi. Yatırımların geri dönüşü uzun süreceği için, bir süre sonra işletmeler bu kaynakların bir kısmını ücret primleri için kullanmaya başladılar. Yatırımlar ertelendikçe, üretimde sorun yaşanıyordu. Merkezi planlamada ise gevşeme sürüyordu. Çare piyasa ögelerinin daha çok kullanılmasında görülüyordu. Yeni dönemin ekonomistleri, ellerindeki kızıl bayrakla piyasayı işaret ediyorlardı.

 

Sosyalist ülkelerde ekonomik durum sorunlara rağmen kötü değildi. Ama 60'lı yılların başında sosyalist literatüre hızla giriş yapan ''Bilimsel-Teknik-Devrim'' kavramı kısa sürede ''Barış İçinde Bir arada Yaşama'' sloganıyla birlikte sınıflar üstü bir kavram haline geldi. Bilim ve teknik öyle gelişiyordu ki, farklı siyasal sistemlerin oluşmasına neden olan ekonomik, toplumsal sorunlar büyük ölçüde kendiliğinden çözülecekti. Bunun günlük dile tercümesi de, ''Siyaset (KP) ekonominin kendi işleyişine fazla karışmasın, genel çerçeveyi çizmekle yetinsin''di. Gerisini gemlenmiş piyasa halledecekti. Planlama artık siyasi değil teknik bir konu olarak kabul görüyordu.

 

Sorunun temeli ideolojik bir netlik olmamasında, bunun sonucu olarak da neyin sosyalist neyin burjuva ideolojisine ait olduğunu belirleyecek, sınıflandıracak bir aracın kalmamasındaydı. Bağlamından koparılmış ''Leninist'' kavramlar ortada uçuşuyor, beğenilmeyen her kavram, tanımlama da ''Stalinizm'' olarak mahkum ediliyordu.

6 Gün Savaşı'nın  Polonya ve Çekoslovakya'daki yansımaları

1967'de ''Altı Gün Savaşı'' olarak tarihe geçen, İsrail'in komşu Arap ülkelerine saldırmasıyla başlayan savaş özellikle Polonya ve Çekoslovakya'daki ideolojik sorunların KP'leri getirdiği noktayı çok açık gösteriyordu.

 

Savaşın başlamasından hemen önce Sovyet savaş gemileri Doğu Akdeniz'e doğru yol alıyorlardı. Yani savaş ihtimali yüksek, sosyalist ülkelerin pozisyonları açıktı. Daha doğrusu öyle olduğu sanılıyordu. İsrail'in saldırısıyla başlayan ve 6 günde biten savaşta Polonya hükümeti ancak savaşın 4. gününde İsrail ve emperyalist ülkelere karşı bir tutum takınabildi. O zamana kadar Polonya basını açıkça İsrail yanlısı bir çizgideydi.

 

Çekoslovakya hükümeti gecikmeden İsrail saldırganlığını mahkum eder, Arap ülkeleriyle dayanışma gösterirken, tanınmış yazar ve sanatçılar ise yine açıkça İsrail yanında yer alıyorlardı.

 

Bu durum emperyalist ülkelerin, burjuva ideolojisinin bu kesimler üzerindeki etkisini gösteriyordu.

 

1967 Çek Yazarlar Birliği Kongresi

 

KP'lerde parti kadroları ve üyeler arasındaki ideolojik yalpalanma aşikardı ''Parti içi eğitim ve ideolojik mücadeleye ağırlık verme'' kongre kararlarında sıkça dile getiriliyordu.  

 

26 Haziran 1967'de Prag'da Çekoslovak Yazarlar Birliği'nin 4. Kongresi toplandı. Toplantının başında Merkez Komite üyesi Jiri Hendrych yaptığı konuşmada, parti üyesi bazı yazarların  üç hafta önce emperyalist ülkelerin desteğinde İsrail'in Arap ülkelerine saldırmasıyla başlayan savaşta, İsrail'i açıkça desteklemelerini ve Arap ülkeleriyle dayanışma gösteren hükümete saldırmalarını eleştirmiş ve bu kişilerin aynı zamanda reform isteyen kesimler olduğunu belirtmişti. 

 

Kongre ise anti-komünist güçlerin gövde gösterisine sahne oluyordu. Hendrych'in yaptığı konuşmayla anlık bir duraksama geçiren muhalifler, parti içindeki reformistlerden aldıkları destekle kısa sürede saldırıya geçtiler.

 

Milan Kundera kongrede yaptığı konuşmada, ülkede uygulanan kültür politikasını vandalizm, kültürsüzlük ve özgürlük düşmanı olarak nitelendirerken,  Arnošt Lustig ÇeKP'nin kültür politikasını açıkça Nazilerin kültür politikasıyla, İsrail karşıtı siyasetini de yine Nazilerin anti-semitzm propagandasıyla kıyaslıyordu. Pavel Kohout, kapitalist Federal Almanya'daki basın özgürlüğünün sosyalist Çekoslovakya'dan çok daha iyi olduğunu söylerken, kongredeki bu kesimin asıl isteklerine tercüman oluyordu.  Bu konuşmalar olurken Federal Almanya Parlamentosu'nda sola karşı Olağanüstü Hal Yasaları kabul ediyordu. 

 

ÇeKP üyesi olan ve anti-komünist politikanın sözcüsü bu yazarların çoğu bir yandan da kendilerinin hakiki sosyalizmi savunduklarını iddia ediyorlardı. Bunlara göre burjuva ideolojisini savunmak düşünce özgürlüğü, buna karşı çıkmak ise Stalinizmdi.

 

Kongreden sonra, ÇeKP'den uzaklaştırılan bu kesimler, 6 ay geçmeden Antonín Novotný'in görevden alınması ve yerine Dubçek'in partinin başına getirilmesiyle kısa sürede parti ve devlet görevlerine geri döndüler. Dubçek, parti içindeki refomist kanatla, geleneksel çizgiyi savunan kanadın uzlaştıkları bir isimdi. Sovyet lideri  Brejnev'in de desteğine sahipti. 

 

1989-91 sürecinde de görüleceği gibi 1968'de de Merkez Komitesi'nin kilitlendiği durumda sosyalizm açısından öne çıkan kesimler, sadece ne yapılmaması gerektiğini bilenler arasından çıktı. Bundan dolayıdır ki, bu güçler partiyi ileri çekecek, yön gösterecek bir atılım gösteremediler. Geri geri giden bir ordunun ancak en öndeki direnişçileri olabildiler. Bu yüzden de kısa sürede tasviye edilebildiler.

 

Reformistler de ellerinde hazır bir planla başa geçmediler. Geleneksel parti ve devlet kadrolarının kısa sürede tasviyesi ve buna karşı direniş, reformcu kadroların, karşı-devrimci kesimlerle harmanlanmasına yol açtı. Dubçek olaylar üzerindeki denetimi kaybettikçe, boşluğu bu sefer doğrudan emperyalizm destekli güçler doldurmaya başladı. Çekoslovakya'nın NATO üyesi emperyalist Almanya ile sınırındaki Çekoslovak askerlerleri ve polisler çekilmiş, sınır fiili olarak açılmış, ülke her anlamda müdahaleye hazır hale gelmişti. Federal Almanya'nın Çekoslovakya'daki faaliyetlerinin büyük oranda artması, sistemin çözülerek iç savaş tehlikesinin belirmesi üzerine 21 Ağustos 1968'de Sovyetler Birliği'nin önderliğindeki müdahale gerçekleşti. 

 

İşgal edildiği iddia edilen bir ülkenin başındaki Dubçek, 8 ay daha ''görev''ine devam etti. 

Hiçbir şey olmamış gibi aynı politikaları sürdüren Dubçek, ancak 17 Nisan 1969'da istifaya zorlanabildi. Diğer reformcuların bir kısmı zorlukla tasviye edilebilirken, büyük bir kısmı yeni döneme adapte oldular.

 

Kimileri için sosyalizm 20 yıl daha gereksiz yere yaşadı, kimileri için kapitalist sömürüye 20 yıl daha geçit verilmedi. Gerçek ise sosyalizmsiz bir Çekoslovakya'nın olamayacağıydı. 

Olmadı da!

bottom of page