top of page

Kapitalizmin görünmez duvarları:

Barınma sorunu

Boran Behiç

Sağlıklı, yeterli ve insan onuruna yakışan barınma hakkı biz komünistler için tartışmaya açık olmayan temel bir insan hakkı olmasına rağmen, bu hakkın tüm ülkeler tarafından tanınması oldukça yakın bir tarihe dayanıyor. Barınma hakkı, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve 1966 Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'nde yeterli bir yaşam standardına sahip olma hakkının bir parçası olarak kabul edilmişti. Diğer uluslararası insan hakları sözleşmeleri, o zamandan beri, bir kişinin evinin korunması ve mahremiyet gibi, yeterli barınma ya da onun bazı unsurlarını kullanma hakkını kabul etmiş ya da ifade etmiştir. Ancak ‘insan hakları’ diye tanımlanan beyannamenin emekçilerin haklarını mı korunduğu yoksa sınıflı bir toplumun temel sözleşmesini mi oluşturulduğu başka bir yazının konusu olsun, biz şimdi emekçi hakkı olarak barınma sorununa bakalım. Aslında insanlık barınmayı bir temel hak olarak ilk kez emperyalizmin iki kere dünya halklarının başına sardığı felaketin birincisi daha bitmemişken ilan etmişti. Bu yeni kurulan bir devletin anayasasıydı ve tarihte ilk kez bir devlet barınma hakkını devlet güvencesi altına alıyordu. Bolşevik Partisi’nin 1919 yılındaki Kongresi’nde konut sorununa dair yapmış olduğu açıklama şöyleydi:

 

‘…Sovyet İktidarı konut sorununu çözmek üzere kapitalistlerin elindeki bütün konutlara el koymuş, ve bu konutları kent sovyetlerine devretmiştir…’

 

Sovyetler Birliği Halkları karşı devrime kadar geçen 72 yılda gerçekten de konut sorununun üstesinden gelecek devrimci adımlar atmış, işçi sınıfı iktidarının hüküm sürdüğü 22,5 milyon metrekarelik topraklarda evsiz insan bırakmamakla kalmamış, aynı zamanda kâr etmeyi değil, insanı merkeze koyan bir yaşama kültürü geliştirmişti. Konut sorununu ele alırken konuya sadece barınma sorunu olarak bakmamış, kapitalist üretim ilişkilerinin ve sınıflı toplumun dayattığı yaşam biçimine de bu bağlamda müdahale etmişti. Sosyalizm, kapitalizmin emekçilerin evlerinde halletmeye mecbur bıraktığı, yemek, bulaşık, çamaşır, ütü gibi günlük ihtiyaçları kolektif olarak çözmeye başladıkça sovyet insanının kendine ayırdığı zamanın kalitesini yükseltmiş, kadını eve hapseden geleneksel yaşama biçimini ortadan kaldırmış, sonunda da yeni bir konut teorisi geliştirmişti. Öyle ya, eğer yemeklerinizi yiyebileceğiniz sosyal tesisler ya da çalıştığınız iş yerinin yemekhanesi ücretsiz olarak hizmet veriyorsa insan neden evde yemek yapmakla zaman harcasın ki? Ya da, kolektif çamaşırhaneler varken evde çamaşır yıkamayı kim ister ki?

 

Evsizlik marjinal mi?

Sonra sermayenin özgürce dolaşabilmesi için duvarlar yıkıldı, işçilere emeğini satma “özgürlüğü” iade edildi, Sovyetler dağıldı… Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra onun yerini alan kapitalist Rusya’da barınma, ısınma, yemek, sağlık ve eğitimin bedelsiz olmasına alışmış jenerasyonlar bunların hepsi için üzüm gibi sıkılıp posaları çıkana kadar çalışmak zorunda olduklarını anladıklarında, kendi fabrikasında köle, kendi konutunda kiracı, kendi toprağında maraba muamelesi görmeye başladığında iş işten geçmişti. Devletin tahminlerine göre Rusya’da bugün nüfusun yaklaşık %3,5’u sokaklarda yaşıyor, ki bu da 5 milyon insan ediyor(1). Bu nedenle Rusya’da her yıl binlerce insan soğuktan donarak ölüyor.

 

Peki Rusya kapitalizme geç geçiş yaptığı için yeterli sermaye birikimini sağlayamamış bu da refah devletinin tesisini geciktirmiş diyenler olabilir. O halde kapitalizmin en gelişkin örneklerine bakmakta yarar var. ABD ve Almanya gibi emperyalist ülkelerdeki evsiz sayısı çokça iddia edildiği gibi toplumun sorunlu ve marjinal bir azınlığını oluşturmanın çok ötesindeki rakamlara ulaşmış durumda; barınma sorunu kapitalizmin kalbinde patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde resmi rakamlara göre 2013 yılında evsiz sayısı 610.000 iken bugün resmi olmayan tahminlerin 1,6 milyon ile 3,5 milyon arasında değiştiği belirtiliyor(2). Almanya’da durum daha da kötü. 83 milyon nüfuslu ülkede evsiz sayısının 1 milyonu geçmiş olmasından endişe ediliyor(3). İngiltere’de 320.000(4), Fransa’da 30.000’i çocuk, 140.000(5) evsiz yaşadığı tahmin ediliyor. Bu rakamlardan şu sonuç çıkıyor: Sermayenin önündeki duvarları yıktığınızda emekçilerle insan onuruna yakışır yaşam koşulları arasında görünmez bir duvar örülüyor. 

 

Kapitalizmin sınıflı toplumunda emeğini satarak yaşayanlar arasında da bir katmanlaşma var, Almanya’nın aynı zamanda üretimden görece daha fazla pay alan geniş bir ayrıcalıklı işçi sınıfı (şimdilerde orta sınıf da deniyor) var, genel resim bu kadar da kötü değil diye düşünebilirsiniz. O halde o çok güçlü orta sınıfın Almanya’daki durumuna yakından bakalım. 

 

Fakire, bekara ev yok

Almanya’da ev kiraları son yıllarda hızla yükseliyor. 2017 yılının istatistiklerine göre Almanya’da yeni bir evin ortalama kirası metrekare başına 9,13 Euro iken, bunun üzerine ısınma, elektrik, su gibi temel insani ihtiyaçlar da eklenince sıradan bir evin kirası aylık 900-1000 Euro’ya ulaşabiliyor. Asgari ücretin 1498 Euro olduğu ülkede yalnız başınıza asgari ücretle hayatta kalmanız mümkün değil. Dahası nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı dolayısıyla talebin yoğun olduğu metropollerde bu fiyatlar daha da yükseliyor.

Bir ev kiralayacak kadar gelirinizin olması, bir ev kiralayabileceğiniz anlamına gelmiyor. Berlin’in son yıllarda özellikle genç nüfus tarafından çokça rağbet gören Neukölln, Kreuzberg gibi mahallelerinde hafta sonu yapacağınız bir sokak gezintisinde kimi apartmanların önünde 50-100 kişilik kuyruklar görürseniz şaşırmayın. O kuyrukta gördüğünüz insanlar, Berlin’de temiz, düzgün bir ev bulabilmek için belirli niteliklerle elemeniz gereken insanları temsil ediyor. Kiralık evlere talep o kadar yüksek ki, açık görüş günleri düzenleniyor. Kiracı adaylarından istenen evraklar onur kırıcı; uyruğunuz, iş sözleşmeniz, maaş bordronuz, kredi notunuz, medeni durumunuz… Eğer göçmenseniz zaten yarışa geriden başlıyorsunuz. Schufa kredi notunuz düşükse hiç şansınız yok. Büyük kurumsal bir şirkette ya da kamu kuruluşunda çalışmak avantaj sağlıyor. Ancak, sözleşmeniz süresiz/sınırsız olmalı. Evliyseniz şansınız daha yüksek, hamile ya da çocuklu iseniz şansınız biraz daha artıyor. Yani özetle kapitalizmin istikrarlı, evli, çocuklu prototipi olmanız bekleniyor (aman yanlış anlaşılma olmasın kapitalizmde dayatma yok, herkes istediği gibi yaşamakta özgür). Düzenin çarkları dönerken dişlilere uymayan pürüzler törpülenerek hizaya sokuluyor.

 

Almanya’nın sosyalist yarısında, 50 yıl boyunca hüküm süren bir slogan vardı: "Herkese ucuz, sağlıklı konut!”. Bu hedefle ADC’de 1951-1964 yılları arasında 800.000 adet konut yapılmıştı. Neoliberal ekonomistler türlü istatistikleri bir araya getirerek, Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADC) konut politikasını verimsiz olmakla eleştiriyorlardı(6). ADC’de bir evin kirası metrekare başına 80 Fenig ile 1,25 ADC Markı arasında değişirken ortalama bürüt ücretler 1300 ADC Markı civarındaydı(7). Bunun yanında ısınma, elektrik, su bedelsiz sağlanıyordu. Devlet bütçesinden sübvanse edilen yapı üretim maliyetleri, elektrik, gaz ve su giderleri devleti bir şirket gibi görenler için birer verimsizlik örneği olabilir. Ancak bu sayede, halkın iktidarında halk için üreten devlet maliyet, kar, zarar gibi kavramlara kamu faydası adında yeni bir bakış açısı hediye etmişti.

 

ADC İkinci Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğrayan kentlerini ayağa kaldırmak için görece yalnız kalmıştı. Batı Almanya, savaştan neredeyse hiç etkilenmemiş ABD’nin dolar yardımlarına boğulurken, ADC ve en önemli müttefiki Sovyetler Birliği savaşta kaybettikleri milyonlarca genç iş gücünün açığını kapatmak için seferberlik ilan etmek zorunda kalmışlardı. Çok acil nitelikli konuta ihtiyaç vardı. Çözüm olarak Türkçe’ye "önüretimli yapı" olarak çevirilebilecek Plattenbau yöntemini kullandılar. Bu yöntem benzer konut planlarının tekrarından oluşan büyük bloklar halinde hızlı şekilde üretimi mümkün kılıyordu. Bu konuda da sosyalizm liberaller tarafından çok fazla eleştiriye maruz kalmıştı. Birbirinin aynı ev planlarıyla, balık istifi gibi apartmanlarda yaşamak bireyin kendi yaşam alanını kişiselleştirme özgürlüğünü elinden alacak, bireyin toplumdaki yerini silikleştirecekti. Artık eleştirecekleri bir sosyalizm yok ama, sosyalizmin hızlı ve ucuz sağlıklı konut üretimi yöntemi bugün Almanya’da neredeyse bir standart haline gelmiş durumda. Ancak bir fark var, Plattenbau’ları beğenmeyen jenerasyonun çocukları şimdi bu konutları satın almayı bırakın kirasını ödemekte zorlanıyorlar. 

Reel sosyalizmin boşluğunda kazanımlar elden gidiyor.

19. Yüzyıl Almanyası’nda endüstrileşmenin doğal sonucu olarak kentler üretimin örgütlendiği sermaye merkezleri haline geldikçe, alt yapıları işçi göçlerine hazır olmayan kentlerde emekçiler oldukça kötü fiziksel koşullarda yaşamak zorunda kalıyorlardı(8). 1895 yılında Berlin nüfusunun %43,7’si genellikle aynı anda mutfak, oturma odası ve yatak odası olarak kullanılan tek odalı dairelerde yaşıyordu. Ortalama 40 kişiye bir tuvalet düşüyordu. Kentlerde benzer gelir gruplarının mekansal olarak ayrışması sınıf bilincinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuş, işçi sınıfının verdiği mücadele sonucunda Almanya’daki ilk işçi konutları inşa edilmeye başlanmıştı. “Ledigenwohnheim”(9) denilen bekar işçi yurtlarında ve aileler için yapılmış olan 2,3,4 odalı evlerde işçiler çok uygun ücretlere yaşayabiliyorlardı. Reel Sosyalizmin varlığının da etkisiyle işçilerin ucuz ve sağlıklı konutlara erişimi başlı başına siyasi bir konu haline gelmişti. bir 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında bir işçi konutunda kalmanın bedeli çöp ve atık su vergisi dahil 110-120 Alman Markı idi. İşçi sınıfını mücadelesinin etkisiyle elde edilen bu kazanımlar aynı şekilde zayıflamasıyla tek tek kaybedildi. Almanya’daki işçi konutlarının çoğu 80'lerde uygulanan liberal politikalar eşliğinde özelleştirildi. Özel mülkiyete devredilirken öncelikli olarak içinde oturan işçilere satın alması için olanak sunuldu. Biraz birikimi olup, oturduğu konutu satın alan işçiler aradan 20 yıl geçtikten sonra ancak çektikleri kredinin faizini, harcını ödeyebildiklerini gördüler. Aradan geçen 30-40 yıla rağmen işçiler hala bu evlerin borçlarını ödemeye devam ediyorlar.

 

ADC’deki konutlar ise karşı devrimden sonra hızla özelleştirilerek yok pahasına el değiştirdi. Bu konutları alanlar Batı Almanya konut piyasasıyla fiyatları dengelemekte gecikmediler. Tadilat adı altında yaptıkları küçük yatırımlarla kiraları 80 ADC Markından 800 Alman Markı’na yükselttiler. Fabrikası kapatıldığı için işsiz kalan ADC yurttaşları yetmiyormuş gibi artan kirayı ödeyemediği için evsiz kaldılar.

Barınma aracı değil, yatırım aracı

Gayrimenkul uzun zamandır bir ihtiyaç değil kârlı bir yatırım aracı olarak görülüyor. Dünya’nın genelinde değişmeyen bir fenomen var. Büyük kentlerin ufuk çizgilerinde sayısız inşaat vinçleri durmaksızın çalışıyor. Kentlere göç trendi devam ettikçe ve dünya popülasyonu bu hızla arttıkça konut ihtiyacı şüphesiz devam edecek. Ancak bu kadar yeni ve nitelikli konut kimler için üretiliyor dersiniz?

 

Berlin duvarının yıkılışının 30. yıl dönümünü kutlamaya hazırlanan Almanya mümkün olan her uluslarası organizasyona duvar ve birleşme temasıyla katılıyor. 2018 Venedik Mimarlık Bienali’nde Almanya Pavilyonu’nun teması Un-building Walls idi; yani duvarları hem yıkıp hem de duvarın boşluğuna inşa etme eylemini anlatan bir kelime oyunu...

 

Küratör mimarlar duvarın insanları birbirinden ayırmakla kalmayıp, aynı zamanda insanlığın ortak değeri olan kentsel alanı da işgal ettiğini, ADC’nin bu alanı insanların elinden aldığını ancak 1991’den bu yana yapılan başarılı planlamayla bu alanın halkın hizmetine verildiğinin altını çiziyorlar (10). Sergide eski duvar alanı üzerine inşa edilmiş olan tüm projeler tek tek detaylı şekilde ele alınıyor; sayısız iş merkezi, konut yapıları, alışveriş merkezleri, yani bildiğiniz savaş ganimeti. 1 Marka satılan ADC fabrikaları yanında bu kadarcık yağmanın lafı olmaz diye düşünmeyin. Çünkü son 30 yılda gelişen bu kentsel boşluktaki inşa edilen konutların fiyatları milyon eurolardan başlıyor. Küratörlerin insanlık derken büyük insanlığı kastetmedikleri çok açık. Dünya’nın dört bir yanından yatırımcılar Berlin’i yeni bir yatırım enstrümanı olarak görüyorlar. Bu nedenle emekçilerin alım gücüyle konut fiyatları arasında zaten büyümüş olan açı hızla artmaya devam ediyor.

Konut sahibi olmak bir rüya

Kapitalizmde insanlar kendilerini güvencede hissetmedikleri için sürekli yatırım ve birikimlerle yaşamlarını garanti altına alma eğiliminde oluyor. Eğer kriterlere uygun bir adaysanız Almanya’da gerçekten ücretli çalışan olarak bir bankaya borçlanarak konut satın alma şansınız var. Ama ne pahasına? Yeni yapılan konutların metrekare fiyatları 6000 Euro’dan başlarken başınızı sokacağınız bir evin taksitlerini tamamlamak ancak bir emeklilik projesine dönüşebiliyor. Almanya’da mezarda emeklilik sistemi yürürlükte olduğuna göre, eğer şansınız varsa ve sağlığınız yerindeyse evinizin taksitleri bittikten sonra birkaç sene borçsuz yaşama ihtimaliniz var.

 

Bir ömür boyunca işsiz kalma korkusu, borcunu ödeyememe korkusu, evsiz kalma korkusu… Bu kadar korkuyla insan onuruna yakışan bir yaşamı kapitalizmde aramanın bir gerçekliği bulunmuyor. Biz insana yakışır şekilde yaşamak, insanca çalışmak, insalık için üretmek istiyoruz. Ancak bu hasretimizle gerçekliğimiz arasında sermayenin görünmez duvarları yükseliyor; öyle sinsi bir duvar ki bu, herkese her şeyi vaadediyor ancak o duvarı sadece küçük bir azınlık aşabiliyor. Bu duvarları yıkalım!

 

Kaynaklar

 

1- https://homelessworldcup.org/homelessness-statistics/

2- https://www.hud.gov/program_offices/comm_planning/homeless

3- https://bagw.de/de/themen/zahl_der_wohnungslosen/

4- https://www.bbc.com/news/education-46289259

5- https://en.wikipedia.org/wiki/Homelessness_in_France

6- https://www.mdr.de/damals/archiv/artikel75330.html

7-https://de.statista.com/statistik/daten/studie/249254/umfrage/durchschnittseinkommen-in-der-ddr/

8- http://www.giesau.com/jan/download/arbeiterwohnen.pdf

9- https://www.berliner-mieterverein.de/magazin/online/mm1212/121222.htm

10- GRAFT. and Birthler, M. (2018). Unbuilding Walls. Basel: Birkhäuser Verlag GmbH. 

bottom of page