top of page
  • Grey Twitter Icon
  • Grey Facebook Icon

Alman siyasetindeki belirsizlikler derinleşiyor.

Quo Vadis Deutschland

Tevfik Taş

Emekçi sınıfların önüne konulan iki düzen içi seçenekten ikisinin eş zamanlı olarak yükselişe geçtiği kritik dönemler olabiliyor. Bu olguyu destekleyen en yeni veriyi Bavyera ve Hessen eyalet seçimlerinde gözlemleme şansına sahip olabildik.

Amerikan sosyolojisinin terimleriyle konuşursak, “ultra liberal” Yeşiller ile “ultra milliyetçi” AfD’nin eş zamanlı olarak oyunu arttırdığı bir seçim görmüş olduk. Sözü geçen sosyolojinin bir başka kanıta muhtaç rivayetine göre, “iktidar yıpratır”. Yıpranmaya teşne burjuva iktidar, yüz aşınmasını önlemek için vitrine elden düşme yeni yüzleri cilalayıp yerleştirmekte gecikmez.

TAHTEREVALLİ TEORİSİ

Sığınmacıların ve göçmenliğin seçim kampanyasında üst başlık olarak yer aldığı Bavyera seçimleri, sözü geçen iki düzen içi karşıt eğilimin eş zamanlı olarak yükselmesine olanak tanıdı. Aynı şey hemen ardından gelen Hessen eyalet seçimlerinde de yaşandı. Geleneksel iki büyük parti CDU 11,3 ve SPD 9 puan kaybederken, kazançlı çıkanlar 9 puanla AfD ve 8,7 puanla Yeşiller oldu. Tahterevalli siyasetinde ağırlıklardan birinin yüksekte durması aslında zayıfı ifade ederken, aşağıda olan uç, asıl güçlü olanı temsil eder. Faşist hareket ile liberalizmin bu tahterevalli denkle- mine dahil olduklarını belirtmekte yarar var. Birbirini kışkırtan ama aynı zamanda da birbirini besleyen iki uç.

Bavyera ve Hessen seçimlerinde yükselen partilerin tahterevallinin iki ucunda aynı anda yükselmesi, “ezber bozan” bir nitelik gibi yansıyor. Oysa bu yalnızca bir yanılsamadan ibaret. Yeşiller ve AfD’nin birbirlerinin ya da “merkez siyaset” adı verilen yerleşik düzenin seçeneği olma iddiasından söz etmek abesle iştigaldir.

Aslında bir bütün olarak düzen iktidarı erirken, yine bir bütün olarak düzen muhalefeti yükselmekte. Ve burada sorun, bir bütün olarak Alman emperyalizminin tercih ve yönelimleriyle doğrudan bağlantılıdır.

DENGE SİYASETÇİSİ ÇÖPE Mİ?

Militarizme “gaz verip” İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman emperyalizminin itildiği kümede durmasına itiraz eden bir büyük yönelimi saptamakta yarar var. On bir ülkede asker bulunduran, Avrupa Birliği’ni kendi iç pazarı olarak kullanan, birinci lige çıkmak için taze işgücüne gereksinim duyan bir Almanya fotoğrafını ıskalayarak bu seçimlere bakamayız.

Düzen muhalefetinin yükselişi, düzen iktidarının kabuk değiştirmesinden öte bir anlam ifade etmiyor. Kapitalist/emperyalist düzenin bir bütün olarak krizde olduğu bir dünyada, denge siyasetine oynayan aktörlere yol verilerek, onlardan boşalan yere daha saldırgan bir tipolojinin yerleştirilmesi sürpriz olmayacaktır.

Unutmamak gerekiyor ki, Yeşiller sermaye düzeninin yalnızca başka renkli partisidir. “Faşistlerden iyidirler” diye sevindirik olmanın anlamı yoktur. Kaldı ki, Afganistan’ın ABD tarafından işgalinden beri Yeşiller içinde “insani amaçla önleyici savaş” konseptini savunan kalınca bir çizginin olduğunu da hatırlatmakta yarar var. “Saddam

ve Esad diktatörlerine” karşı Irak ve Suriye’nin tarumar edilmesine Yeşiller’den ses çıkartan hiç olmadı. Bu başlıkta AfD bile daha ABD karşıtı bir söyleme sahiptir.

Nazizm imajı üzerine yapışık Alman burjuva siyasetinin akıllı uslu görüntü vermesinin sınırları var. AfD, bu imajdan sıkılan kesimlerin sesi. Sığınmacılar başlığını siyasi vitrinine taşıyan iki parti de sığınmacıların omuzlarının üzerinden emperyalist dünyaya mesaj veriyorlar. Düzen siyasetinin kabuk değiştirmesi işlevi, mevcut dengeler içinde kalmayı savunan Yeşiller ile bu dengelerin Almanya için 21’inci yüzyıl Versay’ı olduğunu savlayan AfD arasında paylaşılıyor. Tahterevalli değil de eş zamanlı yükseliş teorisi işte burada devreye giriyor.

MERKEL SONRASININ ANLAMI

Bavyera seçimlerinin ardından Hessen eyalet seçimlerinde de tarihinin en ağır yenilgisini alan Hıristiyan Demokrat Birlik partisi CDU’nun genel başkanı ve başbakan Angela Merkel, seçim sonuçlarından hareketle siyasi hayatının sonuna geldiğinin işaretlerini verdi, yeniden aday olmayacağını açıkladı. Bu sonucun mevcut koalisyon için dağılma anlamına geleceği ve Almanya’nın erken seçime gideceği şimdiden öngörülüyor.

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin ilhak edilmesinden sonra batıya ithal edilen, sermayenin çıkarlarına sadık, Hıristiyan ve karşıdevrimci, 13 yıllık iktidarında da “istikrarlı bir siyasi kişilik” olarak nitelenen Merkel’in “eskimişliği” uzun iktidar döneminden kaynaklanmıyor.

Alman emperyalizmi, militarizme alan açan yeni bir yönelime onay verme eşiğinde. Bu doğrultuda geleneksel siyasi figürlerle devam edemeyeceği için Merkel’e yol göründü. Almanya için Seçenek (AfD) partisinin sermayenin bu yönelimi ile birebir uyum içinde olduğunu saptamak zor değil.

Merkel sonrası için harekete geçen CDU, vitrinine şimdiden birkaç ismi taşıdı. Bunlar arasında en güçlü adaylar Genel Sekreter Annegret Kramp-Karrenbauer ve Friedrich Merz.

Annegret Kramp-Karrenbauer, 26 Şubat 2018’deki olağanüstü kongrede, bu parti tarihindeki en yüksek oranla (yüzde 98,87) genel sekreter seçildi. Parti grup başkanlığını yapmış Friedrich Merz’in ise FORSA’nın 2017 anketinde adı geçmezken, birdenbire Alman medyasında onunla ilgili bir yığın açıklama gündeme gelmeye başladı. Bild gazetesi Merz’in adaylık teklifine sıcak baktığını “açıklamakta” gecikmedi. Aslında son derece önemli bir kuruluşun, Atlantik Brücke’nin 2009’dan beri başkanlığını yürüten Merz tam bir “graue Eminenz”dir: Katolik kilise tarihinde adı öne çıkmayan etkisi yüksek, entrikacı kişiler için kullanılan bu terim, Friedrich Merz’e tam olarak uymaktadır.

ZARLAR NEREYE ATILACAK?

Alman siyasetinde taşlar yerin- den oynadı. Zarlar şimdi militarizmin güçlendirilip, ABD’den göbeğini kesme yönünde mi, yoksa mevcut dengeleri koruma üzerine hare- ket eden siyasetten yana mı atılacak, buna bakılmalı.

Merkel’in yerine gelmesi muhtemel Annegret Kramp-Karrenbauer ya da daha az muhtemel olan Friedrich Merz, mevcut statükonun korunması yönünde tutum alınması için çaba harcayacak siyasetçiler gibi görünüyorlar. Ancak koalisyonun dağılmasıyla, sermayenin diğer seçeneği olan faşist AfD üzerinden yeniden oyunun kurallarını belirlemek için kolları sıvayacağını da öngörmek gerekiyor.

Alman siyasetinde Amerikancılığın belirleyiciliğine hayır demek, ne yazık ki, faşist hareketin tasarrufuna kaldı. Marksizmden esinlenen Frankfurt Okulu’nun kurucusunun ABD Yüksek Komiseri’nin kurduğu derneğe üye olduğu bir siyasi kültürde, ya sosyalizmin yokluğuna hayıflanılacak ya da yurtseverlik söyleminin şovenizmle karıştırılmasına seyirci kalınacak.

Şimdi kendimize sormamız gereken ivedi soru şu: Bu kriz ve çökme günlerinde Almanya işçi sınıfı sosyalist iktidar için örgütlenmeyip de ne yapacak?

ATLANTIK-BRÜCKE

ABD ile Avrupa arasındaki bu “köprü”nün kurucusu John Jay McCloy, 1949’dan 1952’ye kadar Amerika’nın Almanya’dan sorumlu komiserliği sonrası Dünya Bankası Başkanlığından Kennedy, Johnson, Nixon, Carter, Reagan danışmanlığına kadar pek çok “görev” almış, tam bir Amerikan emperyalizmi hizmetkârı.

Alman siyaset ve iş dünyasında Amerikancı ekole yakın olanların bu örgütün üyesi olmadan kariyer basamaklarını tırmanamayacağını anlamak için örgütün üye profiline kısa bir bakış yeter:

SPD’li sabık Şansölye (1974-1982) Helmut Schmidt... Cumhurbaşkanı (1984-1994) Richard von Weizsäcker... Başbakan Angela Merkel... Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger... Alman yayın tekeli sahibi azılı antikomünist Axel Springer... Bild gazetesi eski genel yayın yönetmeni Kai Diekmann...
Deutsche Bank CEO’su Jürgen Fitschen... Thyssen- Kruppp’dan Otto Wolf von Amerongen... Her ikisi de eski NSDAP üyesi Alman Sanayiciler Birliği Başkanı (1972-1976) Hans-Günther Sohl ve BAYER şirketi baş- kanı Kurt Wolff ...

Bu arada solun çok yakından tanıdığı simalar da var: Frankfurt Okulu’nun kurucusu Ordinarius Profe- sör Max Horkheimer... Sol Parti’den Stefan Liebich... Yeşiller’den dış ilişkiler sözcüsü Omid Nouripor, Cem Özdemir ve Claudia Roth... Alman Sendikalar Birliği (DGB) sözcüsü Reiner Hoffmann... SPD milletvekili Edelgard Bulmahn...

bottom of page