top of page

Dünya çapında abluka altındaki tekstil ve hazır giyim sanayii

Alper Toktimur

“Sürekli olarak emperyalizm”den, “uluslararası tekellerin iktidarı”ndan bahsediyoruz. Çoğu insan bunların doğrudan kendi yaşamını ilgilendirdiğini düşünemiyor; bunlara komünistlerin sürekli tekrarladıkları  –açık söyleyelim- sıkıntı verici soyut kavramlar olarak bakıyor. Bu nedenle, “yaşamımızı kuşatan tekeller” üzerine bir dizi başlatıyoruz.

 “GLOBAL” DÜNYANIN SAHİPLERİ

Dünya Sosyalist Sistemi’nin dağılmasından sonra yeni liberalizm bayrağı tüm kapitalist ülkelere dikildi. Finans sermaye ve onun hakimiyeti altındaki tekeller sanayi, tarım ve hayvancılıkta olduğu gibi uluslararası ticareti de tamamen  ele geçirdiler. Geleneksel olarak nisbeten küçük işletmelerin çoğunlukta olduğu tekstil ve giyim sanayii bunca geniş bir kapsama alanı dışında kalamazdı. Nitekim bu alan da dünya çapında az sayıda tekelin ellerine ve kontrolü altına düşmüş bulunuyor.

Uluslararası sermaye, üretimi işgücünün alabildiğine sömürüldüğü ülkelere taşıdı. Bugün bu alanda en tepede duran ülkelere baktığımızda tamamen yanıltıcı bir resim görüyoruz. Dünyanın en büyük tekstil üreticisi olarak Çin Halk Cumhuriyeti çok büyük farkla ilk 10’un başında duruyor. Lütfen aşağıdaki grafikte onu izleyen ülkelere ve 2017 yılı cirolarına bakın.

S. 29 TEKSTIL_GRAFIK-1_devletler.jpg

Biri birine, biri başkasına, başkası öbürüne, öbürü...

Yukarıdaki istatistikle birlikte resim bulanıklaşmaya başlıyor. Çünkü,  burada adı geçen ve geçmeyen, tekstil endüstrisinin yaygın olduğu tüm ülkerdeki üretimin çok büyük bir bölümünün ulusal hiçbir yanı yoktur. Dahası, örneğin Almanya’da tekstil endüstrisinin büyük bölümü en yüksek teknoloji gerektiren ve giyimden ziyade tıb ve başka teknik alanlarda kullanılan, sentetik malzemenin örgüsüne dayanan malların üretimine odaklanmaktadır. Geri kalanların üretiminin ağırlıklı bölümü uzun süre önce Asya ve Doğu Avrupa ülkelerine taşınmış bulunuyor. 

Bu ülkelerde kimi 100-200 işçi çalıştıran atölyeler ve işçi sayısı 1000’e ulaşan fabrikaların ezici çoğunluğu uluslararası tekellerin taşeronluğunu yapmaktadır.  Ve bu alanda kurulmuş üretim zinciri öylesine karmaşık hale gelmiş bulunuyor ki, kimi zaman asıl işi veren büyük firma, malının nerede ve kimler tarafından üretildiğini bilmiyor. İş, kimi zaman, talebi alan firmadan gerçekten üretecek olana gelene dek araya dört-beş firma giriyor. Her biri diğerinin taşeronu oluyor. Aslen bu konu en baştaki talep sahibi firmaları pek de ilgilendirmiyor. Onlar kaç parça malı kaç para karşılığında ürettirdiklerine bakıyorlar. Üstelik işin elden ele geçmesi işlerine de geliyor. Bir örnek verelim: Pakistan’ın başkenti Karaçi’de 2012’de bir tekstil fabrikasında yangın çıktı ve orada çalışan kadın işçilerden 256’sı öldü. Sonradan, bu firmanın Almanya’da yaygın olan KIK‘in mallarını ürettiği ortaya çıktı. Ne var ki, orada ölenlerin yakınları Alman mahkemelerinde adaleti elde edemediler. Mahkeme önce görev alanı dışında olması nedeniyle dava dilekçesini kabul etmedi, sonra da (2018’de) zaman aşımını öne sürdü. İstedikleri, ölenler için sadece 30 bin Avro idi. Ama onu bile alamadılar, konu kapandı. Bengladeş’de  100 kadar kadın işçinin hayatını kaybettiği benzeri yangında da, neden sonra firmanın C&A için üretim yapmakta olduğu ortaya çıkmıştı. Ama kime fayda...

Acımasız bir sömürü çarkı

Bunca el değiştiren ve her bir aracının maliyete biraz daha yük bindirdiği malın tüm ağırlığı, sonunda onu üreten işçilerin üstüne çöküyor. Tekstil sanayii,  işçilerin en ağır sömürü koşulları altında, her türlü haktan yoksun, doğrudan yaşamlarını tehdit eden koşullarda çalıştırıldığı bir alan olarak göze batıyor. Yapılan incelemeler hep şu korkunç gerçeği gösteriyor: Almanya’da ortalama fiyattaki bir t-shirt’ün satışından alınan 20 Avro’dan 20 cent bile, onu üreten işçilerin cebine girmiyor. Bu işçilerin hak mücadelesi mi? Örneğin, %90’ı kadın olan yaklaşık 450 bin tekstil işçisinin bulunduğu Kamboçya’da haftada altı gün ve günde 10-11 saat çalışan bir işçinin ortalama aylık ücreti 60-90 Avro arasında değişiyor. Bu işçiler 2014’de ücretlerin yükseltilmesi için greve çıkmaya kalktıklarında, karşılarında silahlarını onlara doğrultmuş ordu birliklerini buldular. İlk salvoda beş işçi öldü, onlarcası yaralandı. Grev sonlandı. Benzeri olaylar Hindistan’da, Pakistan’da tekrarlanıp duruyor. İşçi direnişleri ardıcıl hale gelme ve direnenlerin istemlerini elde etme “tehlikesi” yaklaştığında sermaye tası tarağı toplayıp, başka bir ülkeye gidiyor. Nitekim bir zamanlar hızla Asya ülkelerine kaçırılan üretimin bir kısmı şimdi Afrika ülkelerine yöneltiliyor. 

Dünya çapında bir avuç tekel

Giyim sanayiinde bir avuç firmanın malları tüm dünyayı sarmış durumda. Bunların en başında gelen isim de ilginç: NIKE! Başta aktardığımız anektodta, Almanya’dan kaçmak zorunda kalan kardeşin kurduğu firmadır bu. Kurucusunun hümanist yaklaşımının zerresi bile kalmamış olan NIKE, bugün dünyanın en büyük hazır giyim tekelidir. (Diğer kardeşin firması da dünya çapında 4. sırada yer alan ADIDAS’tı.) Lütfen aşağıdaki grafike, dünyanın en büyük on tekeline bir göz atın.

Dünyanın en büyük 10 hazır giyim tekeli

1. Nike: Sadece spor giyim değil, çanta, kep, süveter, ceket vb. üretiyor. 

2. Inditex: Başta “Zara” olmak üzere birçok markanın sahibi, dünya çapında 128 bin çalışanı var.

3. H&M: İsveç çıkışlı hazır giyim konserni. Sadece giyim eşyası değil, aynı zamanda ev aksesuarları da üretiyor.

4. Adidas: 1949’da Adolf Dassler tarafından anonim şirket olarak kuruldu. Hızla dünya çapına büyüdü.

5. Gap: ABD’de giyim sektöründe en büyük. Almanya’da yok, ama Fransa ve İngiltere’de aktif.

6. Polo Ralph Lauren: ABD kaynaklı tekel 2000 başlarından bu yana dünya çapında ilk 10’daki yerini koruyor.

7. Tommy Hilfiger: Ünlü Calvin Klein’ın da sahibi olan Philipps-Van Heusen Konserni’ne ait, merkezi Amsterdam’da olan bir firma.

8. Hugo Boss: Dünya çapında 12 bin işçi çalıştıran BOSS’un Nazi iktidarını destekleyen işletmeler arasında yer aldığı unutulmasın.

9. New Yorker: Özellikle gençler için hazır giyim sunan firmanın merkezi Braunschweig’da. Avrupa çapında kent merkezlerinin iyi konumlarında mağazaları var ve yaklaşık 16 bin işçi çalıştırıyor. İlk 10 içinde borsada işlem görmeyen tek şirket.

10. Esprit: Esprit Holding 40’dan fazla ülkede hazır giyim, ayakkabı, takı, mobilya ve ev aksesuarları satıyor. İki merkezinden biri Ratingen’de, diğeri Hongkong’da. Yaklaşık 10 bin işçisi var.

Bunların her birinin göstermiş olduğu çalışan sayısı üretimde değil, değişik ülkelerde açtıkları perakende mağazalarında çalışanları kapsamaktadır. Üretim ise yukarıda pek kısaca değindiğimiz şekilde, Asya ve Afrika’da, akıl almaz bir sömürü çarkına hapsolmuş işçilerce yapılmaktadır.

Hazır giyimden dem vurmuşken... Bir de bunların üretiminde kullanılan düğme, fermuar, vatka vb aksesuarlar var. Bunlar da artık köşebaşındaki pasajlarda üretilmiyor. Konu giderek karmaşıklaşacağı ve yazıyı uzatacğı için, tek bir örnek vererek geçelim: Dünya yüzünde kullanılan fermuarların yaklaşık yarısı, Japonya merkezli bir şirket olan YKK (Yoshida Kogyo K.K.) damgasını taşıyor. 1934 yılında kurulmuş olan bu firma yılda en az 7 milyar fermuar üretmekte ve bu alanda hiçbir rakip tanımamaktadır. Cirosu her yıl yükselen firmanın 2016’da kârı 741,9 miyon Japon Yeni’ne ulaşmış.

Hiyerarşinin bir başka tepesi daha var

Kasık kemikleri çıkık, hastalıklı yüzlü, plastik bebeğe benzer mankenlerin “kedi yürüyüşüyle” podyumlarda sunduğu, herkese “bu da giyilir mi” dedirtecek kıyafetler, bir süre sonra giyilebilir hale getirilerek, lüks mağazalarda dudak uçuklatacak fiyatlara müşterilerini aramaya başlıyor. Bir kadın elbisesi 8 bin Avro... Ve ona uygun, aynı deriden çanta ve pabucu 12 bin Avro! Tabii taşıdığı markaya göre daha ucuzları da var: Dior, Chanel mi, Louis Fuiton mu istersiniz, yoksa arkadaki alışveriş caddesinde biraz daha “mütevazi” olan bir başka marka mı arasınız? Kapitalizmde eşitliğin kuralıdır: “Herkes istediğini alıp giymekte özgürdür!” Ne var ki, iş bu tür markaları vücuduna sarmaya gelince toplumun en yüksek olasılıkla sadece %1’i “biraz daha” özgürdür.

Zaten bu tür giyim-kuşam insan evladının örtünme, yağmurdan-kardan-güneşten korunma gereksimini değil, başka bir şeyi karşılamak üzere üretilmektedirler: Gösteriş yapmak, çevreye caka satmak! Bu markaları üreten şirketlerin de, adını aldıkları becerikli, sanatçı yanı güçlü, yaratıcı terzilerle, örneğin Dior gibilerle herhangi bir ilişkisi kalmış değil. Hepsi sadece tek bir markayla da yetinmeyerek, başka markalar altında değişik alıcı kesimlere de mal üreten, ciroları milyarlarla ölçülen birer dev konsern. İşin asıl ilginç yanı, bunların da üretim süreçlerinde yukarıda kısaca aktarılandan farklı bir durum yok. Onlar da yığınsal üretimi başka ülkelerde yaptırıyor, malların son rötuşlarını kendi merkezlerinde yaptıktan sonra satışa sunuyorlar.

“Made in...” damgasının gizlediği dünya seyahati

İşin görünmeyen bir başka yanı daha var. Pamuk nerede yetişmiş olursa olsun (buradaki örnek ABD pamuğudur): Pamuk tarlada toplandıktan ve yıkandıktan sonra, çırçır fabrikalarında iplik haline getirilmek üzere Endonezya’ya gönderiliyor. İplik oradan dokunmak üzere Bangladeş’e aktarılıyor. Burada dokunan kumaşlar şayet aynı ülkede biçilip, dikilmiyorsa, büyük bir ihtimalle Hindistan’a ya da Srilanka’ya doğru yola devam edecektir. Orada konfeksiyona giren (biçilip, dikilen) t-shirtler tekrar anayurtlarına, ABD’ye dönüp, orada baskı makineleri altına yatacak, sonra da mağazalara dağılacaklar.

Ekonomilere vurulan esaret zinciri 

İşte yukardaki dünya seyahati , tekellerin dünyada hakimiyetine çok basit bir örnektir. Emperyalizm sadece bu alanda değil, tüm finansman, üretim ve ticaret süreçlerinde ülkelerin ekonomisine böylece hakim olmakta, oradaki emekçileri sonuna dek sömürmekte; sömürünün devamı için de gerici, işçi düşmanı iktidarları desteklemekte.

S. 30 TEKSTIL_GRAFIK-3_Markalar.jpg
bottom of page